• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/vehbiaksit
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=5321561576
  • https://www.twitter.com/vehbiaksit
  • https://www.instagram.com/vehbiaksit
  • https://www.youtube.com/channel/UC5S_skAvSgjSjx7-XW1KjAw
VEHBİ AKŞİT

Vehbi Akşit Çekmeköy Müftüsü

Kategoriler
Site Haritası
ŞİFÂ-İ ŞERİF DERSLERİ




Saat
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.432432.5624
Euro34.631634.7704
Aile Hayatı

Fransızca Site

İngilizce Öğreniyorum
Kaleiçi Camii sanal tur
Adım Adım Hac
İbrahim Halveti
ibrahim halveti
Vav ve Elif

Hac ve Umre Hatıraları

Afyon Başmakçı'da Hakkı Solmaz Abiye yaptığımız oyun

Afyon Başmakçı ilçesinde göreve başladığımın ilk senesi hacca gitmek için bir kişi müracaat etmiş. 5 bin nüfuslu bir ilçede bir kişinin hacca gitmesi beni oldukça düşündürmüş ve üzmüştü.

Kendi kendime sordum: Niye hacca gitmiyorlar? Yoksa herkes hac vazifesini yerine getirmiş de sadece bu vatandaş mı kalmıştı? Sordum, soruşturdum. Meselenin farklı boyutlarını görmeye ve anlamaya çalıştım. Başmakçı'daki halkın hacca gidemeyiş sebeplenin altında başka başka nedenler vardı.

Bir ömür boyu çiftçilik yapan vatandaşlarımız, hac parasını tamamladıktan sonra bir o kadar da hacdan dönerken getirecekleri hediyelerin paralarını da hesaplıyorlardı. Hac parası tamam olduğu halde, hediye parası eksik olanlar ise bekliyordu.

Hacca gitmek için kesin kayıt yaptıranlar, Ramazan Bayramından sonraki bir ay içinde evlerine ziyaretçilerin gelmeye başladığını, gündüzün ve gecenin birbirine karıştığını, dinlenerek hacca gitmek yerine yorulmuş bir vaziyette oluyorlardı.

Burada anlatacağım hadise ise, Başmakçı'da Profilo bayisi olan Hakkı Solmaz'ın hacca gidiş hikayesi.

Hakkı Solmaz sevdiğim bir esnaf. Başmakçı'ya geldiğim zaman ondan bir Bisan bisiklet satın almış, üç taksitte ödemiştim. Başmakçı'da bisiklet meşhurdur. Ailedeki her ferdin bisikleti vardır. O zaman tanışmıştık. Tatlı dilli, güler yüzlü bir esnaftı. Zaman zaman sohbet etmeye giderdim. Cami cemaatine yaptığım gibi, yaşı ilerlemiş, sakalı olan, ilk bakışta hacca gidip gelmiş imajı olan cemaate hitap ederken, "Hacı abi, hacı amca" gibi samimi sözler söylerdim. Hakkı Solmaz abiye de Hacı abi, nasılsın, nasıl gidiyor işler derken hacı kelimesini kullanırdım. O da ben hacı abi dememe rağmen ben hacı değilim demiyor, belki de hoşuna gidiyordu diye düşünüyorum. Bu arada ben hacca gitmediğini bildiğim halde, hacı abi dememe hiç ses çıkarmayan Hakkı Solmaz'a sorulması gereken soruyu sordum:

- Hacı abi, siz kaç yılında hacca gittiniz? diye sordum. Tabi mahcup bir eda ile, ben hacca gitmedim dedi, ben de o zaman lafı gediğine koydum. Ben sana hacı abi diyorum, hiç sesini çıkarmıyorsun. dedim. Hoşuma gidiyor deyince. O zaman gelecek yıl seni hacca gönderelim dedim. Babamın bize anlattığı şu sözü ona da aktardım.

Babam Enver Akşit şöyle diyordu bize: Yaşım 35-40 iken bana amca, dayı diyenlere kızıyordum. Ben o kadar yaşlı mıyım diye? Ama şimdi yaşım 45, dede deyince çocuklar hoşuma gidiyor, demişti.

Ben de Hakkı abiye madem hoşuna gidiyor, o zaman bu sene yolculuk var Kâbe’ye dedim. Hocam ben de çok istiyorum gitmeyi ama, dükkânı kime bırakayım. Yengene bırakayım desem, o benden daha çok hacca gitmek istiyor. Yalnız başıma gitmek de ben istemiyorum, dedi. Ama dükkâna bir bakan olsa, giderim dedi. Ben de hayırlısı inşallah bir bakan bulunur dükkâna dedim. Oradan ayrıldım.

Hakkı Solmaz abinin bir akrabası vardı. Daha önce beş on gün dükkâna bakmıştı. Onu iyi tanıyordum. Kur'an-ı Kerim satardı. Hayra Hizmet Vakfının Kur'an-ı kerimlerini. Kendisiyle iyi tanışıyorduk. Bir gün onu ziyarete gittim. Hakkı Solmaz ile yaptığımız sohbet hakkında bilgi verdim. Sorun dükkansa hacca gitmesine engel olmasın ben sevabına bakarım dedi. Böylece hacca gitmek için Hakkı abinin önündeki engelleri de kaldırmış olduk.

2001 yılında hacca gideceklerin kayıtları 2000 yılında başladığı zaman, Hakkı abinin yanına gittim. Hac kayıtları başladı, kaydını yaptır dedim. Yine dükkâna bakacak yok, deyince ben de bulunur dedim. Dükkâna bakacak kimseyi de söyledim. Ama yine de kalbi rahat değildi. Gönlü dükkânı bırakıp gitmekten yana değildi. Ya inşallah giderim demiyordu.

Ben de Hakkı Solmaz abimizi hacca göndermek için güzel bir plan hazırladım ve yürürlüğe koydum.

Din görevlilerinden güvendiğim üç kişiyi Hakkı Solmaz abiyi ziyarete gönderdim. Dedim ki Hakkı abinin böyle niyeti var. Dükkâna bakacak biri var. Ona rağmen pek gönlü yok. Siz hiçbir şey bilmiyormuş gibi gidin ve ona şöyle deyin:

- Hakkı abi, hayırlı olsun, güzel şeyler duyduk hakkında, hacca gidiyormuşsun, Allah kabul etsin. deyin dedim. Onlar da aynı şekilde söylemişler. Hakkı abi:

- Yok öyle bir şey, şimdilik düşünmüyorum, demiş. Ben de planlı bir şekilde, güvendiğim bazı cemaate durumu anlattım Camide karşılaştıklarında, yolda gelip giderken selam verdiklerinde Hakkı abiye " Hakkı abi, hayırlı olsun hacca gidiyormuşsun" deyin. Bir şeyi kırk defa söyleyince olurmuş misali, Hakkı abi, bu durum Başmakçı'ya yayılmış diye duyunca, kahvelerde, sohbetlerde Hakkı abi de hacca gidiyormuş diye konuştuklarını öğrenince, bir gün müftülüğü geldi. Hacca gitmek için kayıt oldu. Müftülükteki makama ziyarete geldi. Kayıt işleri için gerekli formları verdikten sonra, çayımızı yudumlarken, bana şöyle dedi.

- Müftü Bey, nasıl oldu bilmiyorum, bu yıl da aklımdan geçmiyordu hacca gitmek. Ama Başmakçı‘da herkes beni hacca gidecek biliyormuş. Böyle bir şey yayılmış. Ben de düşündüm ki, hacca gitmek için başka bahane arama, yazıl inşallah kuradan çıkarsın da gidersin dedim. Yazılmak için geldim.

- Hayırlı olsun, Allah kabul etsin, seni tebrik ediyorum dedim.

O yıl beraber hacca gittik. Hacda karşılaştık. Hocam Allah senden razı olsun. Benim hacca gelmeme sebep oldunuz. Ben de yeni öğrendim. Bana hayırlı olsun hacca gidiyormuşsun diyenleri siz göndermişsiniz. Allah sizden razı olsun. Benim aklıma koydunuz hacca gitmeyi. Allah da nasip etti dedi.

Ben de oynadığımız bu oyunun bir kişinin İslam'ın bir emri olan hac vazifesini yerine getirmeye vesile olduğumuz ve bu oyunu başardığımız için Allah'a hamdedettim.

 


Hac Festivali

Hac festivali ile ilgili Başmakçı'da yapmış olduğumuz plan.

2000 yılında yaklaşık 30 kişi hacca gitmek için kayıt yaptırmıştı. Başmakçı Müftülüğünde açmış olduğumuz hac seminerlerine katılan hacı adaylarına bir teklifte bulunmuştum. Teklifim şuydu:

30 hacı yaklaşık ortalama 15 aile. Bu ailelerin tamamı hacca gitmeden önce veya hacdan sonra hacı pilavı adı altında yemek verirler. Genelde Başmakçı halkının tamamı çağrılır. Yemekler yenir. Mevlit okunur ve dualar edildikten sonra herkes dağılır. Bu verilen yemeğin de her hacıya bir bedeli vardır.

Bu yemek meselesini birleşerek halledip, ayrı ayrı yemek vermek yerine bir defa verilmesi teklifi idi. Her hacı vereceği bu yemek için ortaya koyacağı bedel ortalama 1 milyar civarı. 15 aile olduğunu varsayarsak 15 milyar.

Hepsi birleşeceği için bu 15 milyar bir araya toplansın. İçlerinden bir komisyon oluşturulsun. Sekreteryasını da müftülük yapsın dedim. Bu parayla yapılacak işleri de anlattım: Bakın neler yapabiliriz:

1. 15 milyarın 3 milyarını verilecek yemek için ayıralım.

2. 100 fakir aileye 50 milyondan gıda yardımı yapalım. 100x50=5 milyar

3.  Hac yemeğini Başmakçı için söylüyorum. 1. Hac Festivali haline dönüştürelim. Başmakçı'nın tanıtımını yapalım. Güzel bir organizasyonla önemli kişileri davet edelim.

4. Hac yemeği ile birlikte sünnet olma çağına gelmiş ne kadar çocuk varsa sünnet ettirelim.

5. Bir caminin minaresi ile caminin ihtiyaçları varsa onu karşılayalım.

6. Başmakçı'dan daha önce ne kadar kişi hacca gitmiş ise, bunların isimlerini tesbit edip, bu hac festivalini bahane edip, senede belli günlerde toplanıp, hac hatıralarını anlatalım.

Evet, bu ve benzeri teklifleri hacı adaylarına sundum. Hemen hemen hepsi kabul ettiler. Hacdan sonra yapalım dediler. Ancak, hac sonrası bütün bu tekliflerimizi değişik bahaneler ileri sürerek yapmadılar.

Ben de bu teklifleri bir okuyan olur, belki birilerinin kafalarında güzel fikirlerin oluşmasına imkan verir diye buraya yazıyorum.

 


Hocam Burada Cami Var mı?

Umre sa'yini yaptıktan sonra namazı burada kılalım dememe karşı, "Hocam burada Cami var mı?" diyen bir hacı. 

2004 yılında Kütahya’dan kafile başkanı olarak hacca gittim. Hacı adayları ile birlikte önce Medine’de kaldık. Mübarek topraklarda Peygamber Efendimiz’in kabrini ziyaret ettik.

Daha sonra Mekke’ye gittik. Tabi yolculuk malum, insan yoruluyor. Ben de hacılarım dinlensin ondan sonra umre yaparız diye düşündüm. Onlara istirahat etmelerini, yıkanmalarını, uyuyup dinlenmelerini söyledim.

Umre yapmak için kafilemizi hazırladık. Onlara umrenin nasıl yapılacağını anlattık. Sonra hep birlikte Mesfele’den servis otobüslerine binerek Kâbe’ye doğru yol aldık.

Daha önce tecrübesiz olan din görevlilerini Kâbe’ye götürmüş, onları bir iki saat içinde tecrübeli hale getirmiştim. O yüzden kafile olarak değil, grup düzeni içinde hareket ediyorduk.

Umre tavafımızı bitirdik. Tavaf namazlarımızı kıldık, zemzemlerimizi içtik. Sıra umre sa’yine gelmişti. Umre sa’yinin son kalan iki şavtını yaparken vakit sabah namazına yaklaşıyordu. Hacılara dedim ki:

- İsterseniz biraz yavaş yapalım. İnşallah sabah namazını da burada kılar öyle gideriz evlere dedim.

Bir hacımız artık bilemiyorum gayr-i ihtiyari olarak:

-         Hocam burada cami var mı ki? Dedi.

O an kaynar sular başımdan döküldü. Bu hacımız ne diyordu? Camilerin anası, en büyüğü buradaydı. Ama hacımız bilmiyordu.

Ben de dedim ki: Hacım biz günde beş defa nereye yöneliyoruz.

-         Kâbe’ye …

-         Biz neredeyiz?

-         Kâbe’de.

-         Kâbe’den büyük cami var mı?

-         Yok

-         O halde cami aramaya gerek yok. Namazları burada kılalım, dedim.

 


Bir Kaşık mı versem yoksa bir bardak mı?

Konya Selçuk Eğitim Merkezi Müftü ve Vaizler İhtisas Kursuna yeni başlamıştık. Sene 1993 Ocak ayı. Bizden bir sene önce umreye gitmek için teşebbüs eden kursiyerler bunda muvaffak olamamışlar. Bize de sordular Ramazan ayında umreye gider misin? diye. Ben de yeni evlenmiştim. Hiç aklımda yoktu. Fakat umrenin ücretsiz olması, hem de Ramazan ayında olması çok cazip bir teklifti. Kaçırılmaması gereken bir teklif olarak bunu değerlendirdik.

Umre'ye bir otobüsle gittik. Önce Medine'de kaldık. Ondan sonra Mekke'ye geçtik. Ramazan umresi de hac gibi kalabalık oluyor.

Ekrem Olgun ile birlikte namazlarımızı kıldıktan sonra, Kabe'nin bir köşesinde oturduk. Sohbet ediyoruz. Bana dedi, ki.

- Vehbiciğim, ya ben namaz kılarken, hep alacağım hediyeler aklıma geliyor. Yarın şu alışveriş işini beraber bitirelim de, namazlarda aklıma gelmesin dedi. Ben de tamam dedim.

Ertesi gün, yatsı namazını ve teravih namazını kıldıktan sonra, alışverişe çıktık. Alacağımız hediyeleri aldık. Odamızda çantalarımıza yerleştirdik. Birkaç gün sonra, Ekrem ile yeniden sohbet etme imkanımız oldu. Ben kendisine dedim ki,

- Ekremciğim, iyi ki şu alacağımız şeyleri aldık. Artık namazda aklına gelmiyor değil mi? dedim. Ekrem bana sitemkâr bir tavırla:

- Ne iyisi? dedi. Şimdi daha kötü oldu. Ben daha önce namaz kılarken ne alayım diye düşünüyordum. Şimdi aldık. Namazda bu sefer, mesela kına aldık, bir kaşık mı vereyim, bir bardak mı? Tülbent aldık. Bir metre mi vereyim iki metre mi? diye aklıma geliyor dedi.

Evet, bana bu hadise gösterdi ki, hacılarımız yoğun bir şekilde Kabe'deki ibadetlerden çok, geriye götürecekleri hediyenin telaşı içinde...

Bu durum hacılarımızı ve umrecilerimizi oldukça meşgul ediyor. Şöyle bir prensip geliştirmek lazım diye düşünüyorum:

Hacca veya umreye giden kişilerin hediye getirmesinde hiçbir mahzur yok. Hatta sevap bile. Ancak biz bu hediyeleşme işini fazla abartıyoruz. Alınan hediyelere bakıyoruz da, ülkemizde her şeyin en iyisi en güzeli var değil mi?

 


 

Hacda Elele Tutuşmak

Hacda ele ele tutuşan bir bayan hacının eşine seneye bir daha gelelim sözü.

2004 yılında Ankara 18. Kafile başkanı olarak yerine getirdiğim hac vazifesi esnasında hacıları gözlemleme, dinleme imkânım oldu bol bol...

Hac bambaşka bir alem... Bazen kendi köyünden, ilçesinden, ilinden başka bir görmemiş nice insan uçaklara binerek, kafileler halinde hacca gidiyor. Grup psikolojisi insanları çok etkiliyor. Bazı şeyler birbirinden görerek takip ediliyor. Falan hacı yapmış, biz de yapalım. Falan hacı şunları almış, biz de alalım diye...

İbadeti bazen askıya alıyor hacılar, Kâbe tavafından çok, hacıların tabiriyle, çarşı tavafı yapılıyor...

İşte bir gün sabah namazına gitmek için Mesfele'den servis otobüsüne binmiştim. Kâbe’ye gelince, otobüsten indik. Şimdi yerine büyük otellerin yapıldığı ecdadın yaptığı Ecyad kalesinin yıkıntıları arasında ilerlerken, bir bayan kocasına şöyle diyordu.

- Bey seneye gene gelelim hacca... deyince kocası diyor ki:

- Hanım geldik işte. Seneye gelemeyiz. İkinci defa birlikte gelmemiz zor dedi. Eşi de şöyle cevap verdi, kocasının elini tutmuş bir vaziyette:

- Bu hac görevinde biliyor musun bunca yıldır evliyiz. İlk defa el ele tutuşuyoruz. Benim bu çok hoşuma gitti. Şimdi biz köyde böyle gezsek bize gülerler, değil mi? deyince hep beraber gülmeye başladılar.

Bazen örf ve adetler bizi öyle tesiri altına alıyor ki, ne demek köyde el ele tutuşsak bize gülerler. Yani adam karısının elini tutamayacak. Bu nasıl iş diye düşünmek gerekiyor.

Ama hacda "Aman Hanım kaybolmasın, birbirimizden ayrılmayalım" diye tutuluyor. Kâbe’de tavaf esnasında kocasının gömleğinden tutup da tavaf edenler nice bayanlar gördüm. Ama bir bayanın kocasının elinden tutmasını özlediğini ifade eden güzel bir cümle yakalamış oldum.

 

 


Hac imtihanında Kâbe, Mescidi- Nebi ve Kudüste kılınan namaz ile ilgili olarak sorduğum soruya verilen cevap.

 

1998 yılında Afyon Başmakçı İlçe Müftülüğüne atandım.  İki hafta sonra Hacca gidecek din görevlilerinin seçimi yapılacaktı. Afyon İl Müftüsü Mustafa Hakkı ÖZER Bey, komisyonda Afyon’da görev yapan en kıdemli iki müftüyle (Şuhut Müftüsü Mehmet Serin Bey ve İhsaniye Müftüsü Saadettin Gürışık Bey), Afyon’a yeni tayin olmuş en yeni iki müftü arkadaşı (Çay Müftüsü Merhum-İsmail Yurtoğlu Bey ve Kızılören Müftüsü Mustafa Arda Bey’i) görevlendirmişti. Ben de yeni atananlar arasında ama yedek listedeydim. Asil üye olan Kızılören Müftüsü Mustafa Arda Bey izne ayrıldığı için gelemeyince ben komisyona asil üye olarak dâhil oldum.

Yazılı imtihandan sonra, Afyon Sahipata Kur’an kursunda sözlü imtihan yapılacaktı. Komisyon üyeleri olarak imtihana başladık. Her komisyon üyesi sorular soruyor. Bu sorulara verilen cevaplar değerlendirilerek 5 komisyon üyesinin vermiş olduğu puanlar 100 üzerinden toplanarak 5’e bölünüyor ve ortalama öyle bulunuyordu.

Görevliler sırayla içeriye giriyor ve kendilerine Kur’an-ı Kerim, Ezan, Peygamber Efendimizin Hayatı ve ağırlıklı olarak hac konularında sorular soruyorduk. Bu arada Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Hac Rehberi isimli kitabı okuyup okumadıklarını da sorduğumuz sorularla öğrenmeye çalışıyorduk.

Ben kitabı karıştırırken, Peygamber Efendimiz’in Kâbe’de, Mescid-i Nebi’de ve Mescid-i Aksa’da kılınan namazlara verilecek sevaplardan bahseden hadisini okudum. İşte o anda, bu soruyu sormak istedim.  Fakat soruyu şöyle sordum:

"Hac kitaplarında şöyle bir söz var: Kâbe’de kılınan namaza 100 bin, Peygamber Mescidinde kılınan namaza 1000, Mescid-i Aksa’da kılınan namaza da 500 yüz sevap var" diyor. Bunu ben anlamıyorum. Nasıl oluyor? Her üçünde kılınan namaz da aynı namaz. Bu nasıl oluyor? Bize izah edebilir misiniz? dedim."

İsmini hatırlamadığım din görevlisi, gayet sakin bir şekilde sorulan sorunun tersliğine aldırmadan:

- Hocam, Bu Peygamberimizin bir hadisi dedi. Üç farklı yerde kılınan namazlara üç farklı sevap verilmesinin sebebi, peygamber efendimizin bu mescidleri önem sırasına göre sıralamış olmasından kaynaklanıyor. Peygamberimiz de bu konuda söz sahibidir. Yani kılınan namazların değerini takdir edebilir.  Şöyle izah edeyim, dedi. Ve cebinden bir adet 10 milyon, 1 adet 1 milyon ve bir adet 500 bin liralık kâğıt para çıkardı. Ve bize gösterdi.

"-Bakın bu 10 milyon, kâğıt para, devlet bunun üzerine 10 milyon yazmış, Yani bununla 10 milyonluk ihtiyacını giderebilirsin demiş. Bu 1 milyon, bu da kâğıt. Bunun üzerinde de 1 milyon yazmış, bununla da 1 milyonluk bir şey alabilirsin. Bu kâğıt parçası ise, 500 bin lira. Bu da kâğıt.  Bunun üzerinde de 500 bin liralık ihtiyacın giderileceği anlamında bir yazı var.

Demek istediğim, devlet, bir kâğıdın üzerine kâğıdı aynı olmak üzere farklı farklı değerler biçebildiğine göre, Peygamberimiz niye farklı sevapların olduğunu söyleyemesin, dedi.

Başta ben olmak üzere, bu hadise böyle bir yorum beklemiyorduk. Komisyon üyeleri olarak böyle zeki görevlileri görmekten dolayı çok mutlu olduk.

 

Afyon Müftümüz Mustafa Hakkı ÖZER Bey de memnuniyetini şöyle ifade etti: "Soru ters bir soruydu ama cevabı mükemmeldi, tebrik ederim" diyerek takdirlerini ifade etmişti.

Bu benim için de güzel bir tecrübe oldu. Ters soruya mükemmel cevap. Bu sadece imtihan komisyonunda kalmamalı, bunu herkes öğrenmeli diye düşündüm.

Kâbe’de ve Mescidi Nebevi’de kılınan bu namazın önemini izah etmek için, o mübarek topraklara ziyaret için giden hacı ve umre adaylarına anlatarak, orada vakitlerini iyi geçirmeleri gerektiğini anlatmaya çalışıyordum.

Kütahya Kur’an Kursları Müdürü iken, 2006 yılında Aday İmam-Hatipler için İl Müftülüğünce İmam Hatipler için bir hazırlayıcı kurs düzenlenmişti. İşte bu kursta din görevlilerine bu hac imtihanı hatıramı anlatmıştım. Kursiyerlerden Ahmet Sinan Erçetin, il müftülüğüne beni ziyaret için geldi. Biraz sohbet ettikten sonra, bana:

- Hocam, hani bir görevliye hac imtihanında Mekke, Medine ve Kudüs’te kılınan namazların sevapları ile ilgili bir soru sormuştunuz ve cevabını da beğendiğiniz kimse vardı ya, dedi. Ben de:

- Yoksa tanıyor musunuz? dedim;

-Hocam O kişi benim babam. Adı da Yaşar Erçetin, Afyon Sincanlı Tınaztepe Kur’an Kursunda Öğretici, deyince çok mutlu oldum. O da bize anlatıyordu. Hac imtihanında Müftülerden biri bana böyle bir soru sordu, ama kimdi o müftü diye anlatıyordu, dedi.

Bu vesile ile değerli Yaşar Erçetin hocama buradan selamlarımı iletiyor, saygılar sunuyorum.

 

KONU İLE İLGİLİ HADİS:

Mescid-i Haram'da kılınan bir namaz. diğerlerinde kılınan yüz bin namazdan daha faziletlidir" (Zebidî, Tecrîdu's-Sarîh, (terc. Kamil Miras) Ankara 1985, IV, 204).

"Mescid-i Haram'da kılınan bir namaz. Mescid-i Aksâ'da kılınan bin namazdan daha hayırlıdır" (Zebîdî, a.g.e., IV, 200).

"Benim mescidimde kılınan bir namaz -Mescid-i Haram hariç- diğerlerinde kılınan yüz namazdan daha faziletlidir" (Zebîdî, a.g.e., IV,199).

"Benim mescidimde kılınan bir namaz -Mescid-i Haram hariç- diğer mescidlerde kılınan bin namazdan daha faziletlidir. Mescidi Haram'da kılınan bir namaz da benim mescidimde kılınan yüz namazdan daha faziletlidir" (Zebîdî, a.g.e., IV, 204).

Benim mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Aksa'da kılınan dört (yüz) namazdan daha faziletlidir" (Zebîdî, a.g.e., IV, 200).

Mescid-i Aksâ'da kılınan bir namaz -Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebi hariç- diğer mescidlerde kılınan bin namaz kadar sevaptır" (İbn Mâce, İkâmetü's-Salât, 196).

Yukarıdaki hadislerden de anlaşılacağı gibi; bu üç mescid, kendi aralarında -yapılan ibâdetin sevabı bakımından- Mescid-i Haram (Kâ'be), Mescid-i Nebi ve Mescid-i Aksâ şeklinde derecelendirmeye tabi tutulmuştur. Bunların dışında kalan mescidlerde yapılan ibadetin sevabı aynıdır.


Adını Bilmediğim Trabzonlu Laz İçin Bismillahi Allahü Ekber

 

2010 yılında Allah nasip etti o mukaddes toprakları bir kez daha gördüm. 

2010 yılı 3 Kasım’ında yola çıktık Brüksel’den… Hacı adaylarımızın yüzleri aydınlık, gözleri çakmak çakmak idi. Herkeste bir heyecan…

Çünkü yıllardır Döndüm Kâbe’ye, kıblem Kâbe dedikleri mukaddes mekânı bizzat gözleri ile görecekler, etrafında kelebek misali pervane gibi döneceklerdi.

Ne büyük mutluluktu Ya rabbi!

İşte Belçika 5. Kafile Başkanı olarak bu sefer 180 hacı adayına başkanlık edecektim. Bu gruplardan bir tanesi müstakil gruptu. Onlar bizden Mekke’de iken ayrı idiler, sonra Medine’de birleştik…

Şeytan taşlamanın ikinci günü… Kafilemizde hastalar var, yaşlılar var. Yürüyemeyecek durumda olanlar var. Böyle durumda olanlara vekalet verin demiştik. İşte o vekalet verenlerden biri de birinci gruptaki hacılarımızdan Selamettin Bektaş idi. Vekaletini İshak Kösedağ abimize vermişti.

Her ikisi de muhterem insanlar… Şeytan taşlamaya gidince, İshak abimiz önce kendi taşlarını atmış. Sıra Selamettin abinin taşlarını atmaya gelince, etrafına sormuş. Karadenizli Trabzonlu lazın ismi neydi diye… Ama bilen olmamış…

O da kendi aklınca güzel bir çözüm bulmuş….

“ADINI BİLMEDİĞİM TRABZONLU LAZ İÇİN… BİSMİLLAHİ ALLAHÜ EKBER” diyerek atmış taşlarını…

Sonra bana sordu. Hocam böyle böyle yaptım diye…. Olur mu diye… Elbette olur, dedim. Çok güzel tarif etmişsin. Şeytan mutlaka kendisine taş atanı, vekaleten atanı görür diyerek takıldım….

Güzel bir hatıra idi…

Medine’ye geldik. Benim otobüs bir numara… Diğer üç otobüs Hicret garajından çıkmış, otele gelmiş, yerleşmiş… Benim grup hala Hicret garajında bekliyor. Aradan bir yarım saat geçti, bir saate yaklaştı… Sorun ne diyorum. Bitti diyorlar…

İşlem bitince, otobüse binerken, İshak abi ile göz göze geldik.

Ben de espriyi patlattım… Aslında alakası yok...

“İshak abi dedim, bayramın ikinci günü, şeytan taşlarken, adını bilmediğim Trabzonlu laz için diye taş atmışsın… Burada kaydedilmiş… İkinizi de başka otele almışlar, bizden ayırmışlar” dedim. Bir saat bekleyen hacılarımızın yüzlerinde bir tebessüm kahkaha oldu…

Ben de hacdan sonra, bu konuda bir yazı yazacağım demiştim. İşte şimdi bu sözümü yerine getiriyorum.

Selamettin abiye de İshak abiye de buradan selamlar….

 

Yorumlar - Yorum Yaz
30 Cüz ve Mesajlar
Ses Gazetesi Yazılarım
Hadislerle İslam
Günlük Program
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi4
Bugün Toplam295
Toplam Ziyaret3614048

Uymazsan Trafige

Dini Bilgiler
Google Translate
Her Güne Bir Ayet ve Hadis

Siyer Araştırmaları Merkezi



İslam Ansiklopedisi
Hava Durumu
Diyanet Namaz Sitesi
Diyanet PDF
Kuran Elif Bası