Mekke’nin Fethi ve Sonuçları
Müslümanlarla Mekke müşrikleri arasında yapılan Hudeybiye Antlaşması’nın maddelerinden birinde iki tarafa da çevre kabilelerle ittifak kurma hakkı verilmişti. Bu anlaşmaya dayanarak Huzaa kabilesi Müslümanlarla, Huzaalıların düşmanı olan Bekir kabilesi ise müşriklerle ittifak kurmuştu.
Hicretin 8. yılı şaban ayı içerisinde Bekir kabilesi Huzaalılara saldırarak bu kabileden 23 kişiyi öldürmüş, Kureyşli müşrikler de Bekir kabilesine silah yardımı yapmıştı. Bunun üzerine Huzaalılardan Amr bin Salim yanında bir grupla beraber Medine’ye Hz. Peygamberin yanına gelerek olanları ona anlattı. Hz. Peygamber durumu öğrendiğinde üzüldü. Kureyşlilere, yaptıklarının anlaşmaya aykırı olduğunu belirterek durumun düzeltilmesi için iki seçenek önerdi. Ya Bekir kabilesi ile olan ittifaklarını bozacaklar ya da ölen yirmi üç kişinin diyetini vereceklerdi. Peygamberimiz, bunlardan birini yapmadıkları taktirde kendileriyle savaşacaklarını belirtti. Kureyşliler, Hz. Peygamberin önerisini hafife aldılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber savaş kararı alınca Ebu Süfyan Medine’ye gelerek, Hudeybiye Antlaşması’nın yenilenmesini istedi. Ancak Hz. Peygamber bunu kabul etmedi. Ebu Süfyan da bir netice alamadan Mekke’ye geri döndü. Bu olaydan sonra Hz. Peygamber müttefik kabilelere haber vererek savaş hazırlıklarının yapılmasını istedi. Müslümanlar çevredeki Arap kabilelerinin de katılımıyla 1 Ocak 630 yılında Medine’den yola çıktı. Mekke yakınlarındaki Merru’z Zehran denilen vadide konakladı. Hz. Peygamber burada Müslümanların sayısının çok olduğunu göstermek için on bin ateş yakılmasını emretti. Müşrikler bu ateşleri gördüklerinde çok telaşlandılar. Ebu Süfyan olayı anlamak için bir tepeden başka tepeye çıkıyordu. Bu arada Hz. Peygamberin amcası Hz. Abbas eşiyle birlikte Mekke’den ayrılıp Medine’ye Hz. Peygamber’in yanına gitmeye karar vermişti. Mekke’den fazla uzaklaşmadan Müslümanların kamp yerine rastladılar. Hz. Peygamber amcasını görünce, “Amca, senin hicretin son hicret, benim peygamberliğim de son peygamberliktir.”dedi. Daha sonra Hz. Abbas da Müslümanların arasına katıldı.
Hz. Abbas gece vakti Mekke’ye gitti. Ebu Süfyan’a Müslümanların büyük bir orduyla geldiklerini bildirdi. Ancak niyetlerinin savaş yapmak olmadığını, eğer teslim olurlarsa kendileri için iyi olacağını söyledi. Görüşmek amacıyla kendisini Hz. Peygamberin yanına götürebileceğini belirtti. Ebu Süfyan’la beraber Hz. Peygamberin çadırına geldiler. Hz. Peygamber Mekkelilerin, Müslüman ordusuna direnmeye kalkmamaları için Ebu Süfyan’a Müslüman askerlerinin olduğu kampı gezdirdi. Hz. Peygamber ondan Mekke’ye dönmesini ve halka şöyle söylemesini istedi: “Ebu Süfyan’ın evine sığınanlara, Kâbe’ye sığınanlara ve kendi evinde kalanlara hiçbir şey yapılmayacaktır.”
Ebu Süfyan Mekke’ye dönerek olanları kavmine iletti. Mekkelilerin direnmekle bir şey elde
edemeyeceklerini ve Müslümanların da savaş
yapmak istemediklerini bildirdi. Ertesi sabah erken saatlerde Müslümanlar dört bir koldan şehre
girdi. Şehre giriş esnasında Halit bin Velit’in ba-
şında bulunduğu küçük bir birlik hariç Mekkelilerle kayda değer bir çarpışma olmadı. Müslümanlar sekiz yıl önce zorunlu olarak ayrıldığı bu şehre
barış içerisinde girdiler.
Hz. Peygamber daha sonra Kâbe’ye girdi. Kâbe’nin içi putlarla doluydu. Duvarlarına resimler
asılmıştı. Peygamberimizin emriyle burada bulunan putlar kırıldı ve dışarıya çıkarıldı. Daha sonra
Resulullah burada namaz kıldı. Bu arada Müslümanlara çok eziyet ettikleri için öldürülmesi emredilen yaklaşık yirmi kişi vardı. Bunlar da kendilerine ne yapılacağını merak ediyorlardı. Birkaçı hariç
bunların çoğu da affedildi. Bunlar arasında Ebu Süfyan’ın hanımı Hint ve Ebu Cehil’in oğlu İkrime
de vardı.
Müslümanlar Mekke’yi fethettiklerinde hiçbir taşkınlık yapmadılar. Sekiz yıl önce terk ettikleri mahallelerini, evlerini gezerek hasretlerini giderdiler. Hz. Peygamber de Mekke’de fazla kalmadan şehrin
idaresini Attab bin Esid’e bırakarak Huneyn’e doğru hareket etti.
Mekke’nin fethinden sonra Arap kabilelerinin çoğu Müslümanların siyasi otoritesini kabul ettiler.
Birçok kabile de gruplar hâlinde Medine’ye Hz. Peygamberin yanına gelerek Müslüman olduklarını
bildirdiler.
Arabistan’ın en büyük kabilelerinden olan Sakif ve Hevazin İslam’a karşı olan düşmanlıklarını
eskiden olduğu gibi devam ettirmekteydiler. Bu iki
kabile, İslam’ın Arabistan coğrafyasında daha fazla büyümesine engel olmak için savaşmanın kaçı-
nılmaz olduğuna inanıyordu. Bunun için Hevazin
kabilesinden Malik bin Avf önderliğinde yaklaşık
yirmi bin kişilik bir ordu kurdular. Müttefik düş-
man kabileleri Müslümanlara karşı bir ölüm kalım savaşı yapmak niyetindeydiler. Askerler savaş
meydanından kaçmasınlar diye onların bütün mallarını ve eşlerini de beraberinde götürmeye karar
verdiler. Hz. Peygamber düşman hakkında bilgi
alması için Abdullah bin Ebi Hadred’i Huneyn
Vadisi’ne gönderdi. Bu sahabenin vermiş olduğu
bilgiler doğrultusunda on iki bin kişilik bir kuvvetle Huneyn Vadisi’ne doğru hareket edildi.
Düşman askerleri Huneyn’deki vadinin yamaçlarında pusu kurmuş Müslümanları bekliyorlardı.
Müslüman askerleri düşmanın buradaki varlığından habersiz sabahın alacakaranlığında sayı üstünlüğü-
ne güvenerek vadide gururla ilerliyorlardı. Düşman askerleri, bulundukları hakim noktalardan ansızın
ok atışına başladılar. Bunun yanında yamacın üst tarafında oldukları için büyük taşları da Müslüman
askerlerinin üzerlerine yuvarlıyorlardı. Müslüman öncü birlikleri ok atışlarına dayanamayarak kaçış-
maya başladılar. Kur’an-ı Kerim bu hususu şöyle anlatır: “Şüphesiz ki Allah, size bir çok yerde ve
Huneyn Savaşı yapıldığı günde yardım etmişti. O gün sayınızın çokluğu sizi gururlandırmıştı.
Fakat çokluğunuz size bir fayda sağlamamıştı da o geniş yeryüzü size dar gelmeye başlamıştı.
Sonra da yüz çevirip geri kaçmıştınız.”
31
Bu durum karşısında Hz. Peygamber, gür sesli amcası Hz.
Abbas’tan onları çağırmasını istedi. Bu çağrı üzerine Müslümanlar toparlandı. O ana kadar savunma
yaparlarken hücuma geçtiler. Düşmanlar savaş alanını terk edince bütün mallar Müslümanlara kaldı.
Ele geçirilen ganimetler Cirane denilen mevkide toplandı ve orada koruma altına alındı. Müslümanlar
bu savaşta dört şehit verdi, karşı taraftan ise yetmiş kişi öldürüldü.
Huneyn’de yenilen düşman, üç yöne doğru kaçmaya başladı. Savaşın komutanı olan Malik bin
Avf’ın da bulunduğu bir grup düşman askeri Taif şehrine sığındı.
Müslümanlar Huneyn Savaşı’ndan sonra düşman askerlerinin sığındığı Taif şehrini kuşattı. Taifliler
düşman saldırılarına karşı şehrin surlarını tamir etmişler ve içerisine de bolca yiyecek depolamışlardı.
Müslümanların bu savaşta başarılı olabilmeleri için değişik savaş taktikleri uygulamaları gerekiyordu.
Çünkü surlara tırmanan askerlerin üzerlerine içeriden kızgın yağ ya da büyük taş kütleleri atılıyordu.
Bu sebeple kaleyi ele geçirmek zorlaşıyordu. Müslümanlar savaşta o kadar zor durumda kalmışlardı
ki sahabeler Hz. Peygambere, “Ya Resulallah Sakif’in okları bizi yaktı, onlara beddua et.” diye istekte
bulundu. Hz. Peygamber ise, “Allah’ım, Sakif’e doğru yolu göster.” şeklinde dua etmiştir.
32
Taif’in kısa sürede fethedilemeyeceği anlaşılmıştı. Hz. Peygamber, Taif Kuşatması’nı kaldırarak
Huneyn’de ganimetlerin toplandığı Cirane’ye doğru hareket etti. Müslümanlar bu kuşatmada on dört
şehit verdiler. Hz. Peygamber Taif Kuşatması’ndan sonra geldiği Cirane’de on üç gün kalarak Huneyn
Savaşı’nda ele geçirilen ganimet ve esirleri taksim ettirdi. Ganimetlerin beşte biri hazineye ayrılarak
geriye kalanlar ise savaşa katılanlar arasında paylaştırıldı. Bu taksimde yeni Müslüman olmuş bazı
kimselere diğerlerine nispetle daha fazla mal verdi. Müellefe-i Kulub (kalpleri İslamiyete yeni ısındı-
rılmış kimseler) diye anılan bu kişilerin çoğu yeni Müslüman olmuş Mekkelilerden oluşuyordu.