GönderenKonu:  (Okunma sayısı defa)

vehbiaksit

  • Forum Üyesi
  • İleti: 14
  • Üyelik Tarihi: 13-11-2011
1 Ocak Takviminde yer alan ayet
Tarih : 27-12-2012 Saat : 21:06

يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَلْبِسُونَ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ  [71]

71 - Ey kitap ehli! Niçin hakkı batıla karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?

Ayetin Tefsirleri

71. Ey Ehl-i kitap! Şüpheye düşürerek, tahrif ederek, değiştirerek hak ile bâtılı niçin bir­birine karıştırıyor ve Hz. Muhammed (s.a.v.)'in kitabınızda mevcut olan vasıflarını, bile bile niçin gizliyorsunuz? Daha sonra   Yüce Allah onların hile ve pisliklerinin bir başka türünü anlattı: Onlar, İslam dini hakkında in­sanları kuşkuya düşürmek için sabahleyin İslamı kabul etmiş görünüyor, akşamleyin de döndüklerini bildiriyorlardı. Bu durumu Yüce Allah şöyle açıklar: [Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/391.]



vehbiaksit

  • Forum Üyesi
  • İleti: 14
  • Üyelik Tarihi: 13-11-2011
1 Ocak Yılbaşı
Tarih : 27-12-2012 Saat : 21:16

Yılbaşı size neyi ifade etmektedir, İslamdaki yeri nedir; kültürümüzdeki yeri nedir? Yılbaşı münasebetiyle, çam ağaçları, hindi, Noel Baba oyuncakları, parti şapkaları, satmaları caiz midir?

Sorunun Detayı

Yılbaşı size neyi ifade etmektedir, İslamdaki yeri nedir; kültürümüzdeki yeri nedir? Yılbaşı münasebetiyle dindar oyuncak ve aksesuarcıların, "biz satmasak başkaları satıyor" düşüncesiyle Noel Baba oyuncakları, parti şapkaları, çam ağaçları satmaları caiz midir? Buradan elde edilen para helal midir?

Değerli kardeşimiz;

Konuya birkaç yönden cevap vermek daha uygun olacaktır:

Cevap 1:

Bu konuyu iyi kavrayabilmek için önce şu ayet ve hadisleri göz önüne getirmek gerekir

1. "Iyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah`tan korkup sakının..." (Mâide, 5/2. )

2. "Zulüm yapanlara en ufak bir meyil göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah`tan başka velileriniz de yoktur, sonra yardım da göremezsiniz. (Hûd, 11/113.)

3. "O (Allah) size Kitapta : "Allah`ın ayetlerine küfredildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze geçip dalıncaya dek onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz" diye indirdi. Doğrusu Allah münafıkların da, kâfirlerin de tümünü cehennemde toplayacaktır". (Nisâ, 4/140)

Konuyu başkalarına benzeme noktasından ele alan hadis-i şerifler vardır. Bunlardan biri şudur:

"Kim herhangi bir gruba benzeşirse o da onlardandır." (Ebu Davûd, Libas 4) Özellikle bu hadis-i şerif çok önemli psiko-sosyal gerçeklere işaret eder. Şeklî benzeşmenin sonuçta itikadî benzeşmeye götüreceğini anlatır.

İbn Haldun da konuyla ilgili olarak önemli tarihi gerçeklere parmak başar. Mağlupların galipleri taklit etme psikolojisi yaşadıklarını anlatır. (Ibn Haldun, Mukaddime (trc.) I/374-75.)

Cevap 2:

İslâm Dini yepyeni bir nizamla ortaya çıkmış, önceki dinlerin hükümlerini bütünüyle yürürlükten kaldırmıştır. Bu dinin gecesi de gündüzü kadar aydınlıktır. Müslüman anasından metbu' olarak doğar, tabi' olarak değil. Yani o ilmiyle, irfanıyla, yüksek ahlâkiyle ve dindarlığı ile herkese örnek olur, herkes ona uymaya özenir. O ise kimselere özenmez. Çünkü dini ona yeterince malzeme sunmuş, ihtiyacını karşılamıştır. Tabii bu tabiiyet ve matbuiyet ilim ve teknikte, sanatta değildir. Çünkü ilim ve teknik müslümanın yitik malıdır, onu nerede, kimin yanında bulursa almaya daha haklıdır. O halde tabiiyet ve matbuiyet ahlâk, din, adalet ve hakseverliktedir.

O halde diğer dinlerin kutsal saydığı günleri kutlamak, onların âdetlerine uymak, büyük günahlardandır.

Buna birkaç misal verelim :

a) Batı ülkelerinde olduğu gibi, yabancı kadın ve erkeklerin bir arada toplanıp dans etmeleri, çeşitli oyunlar tertiplemeleri İslâm'a göre büyük günahlardandır. Bir müslümanın onlara özenerek bu gibi şeyleri helâl kabul etmemek şartıyla yaparsa büyük günah işlemiş olur.

b) Güzellik yarışmaları, bilindiği gibi daha çok gayr-i müslim ülkelerde yapılır. Bundan amaç, şehvetperestlere kadın vücuduyla ziyafetler çekmektedir. Aynı zamanda genç kızları bu gibi ahlâksızlıklara özendirmek suretiyle onları baştan çıkarmaya yöneliktir. Tabii Kur'ân'a ve Sünnete göre, bir müslüman kadının bu tür müsabakalara katılması, soyunup etini teşhir etmesi büyük bir günah ve ağır bir suçtur. Çünkü ahlâkı ifsad etmekte, kadının annelik vakarını düşürmekte, onu bayağı bir eşya gibi müzayedeye çıkarmaktır.

c) Noel Yortusunu Hıristiyan alemiyle birlikte kutlamak da büyük günahlardan biridir. Müslümanların kaçınması gerekir. Kendi millî ve dinî günlerimizde tebrikleşmemizde ise sayısız yararlar vardır. Her şeyden önce dinî ve millî âdetlerimizi yaşatmış, çocuklarımıza güzel örnekler vermiş oluruz. (Bkz. Celal Yıldırım, İslam Fıkhı)

Cevap 3:

1- Noel Baba, Yılbaşı, Christmas bayramı gibi başka dinlerin alameti, sembolü olan günlere, o günü tazîm ve kutlama maksadıyla katılmak, aynı maksatla o günlerde tebrikleşmek ve hediyeleşmek, yine aynı maksatla hindi vb. almak, yemek, ziyafet çekmek, aynı maksatla bu tür kutlamalara katılmak, o günlerde bayram niyetiyle çocuklara elbise almak ve pişirdikleri yemekleri pişirmek caiz değildir.

2- Böyle zamanlarda, böyle zamanlara has hindi vb. şeyleri sırf gıdalaşmak için almak, ucuz postane hizmetinden yararlanmak için tebrikleşmek haram değilse de, onlara benzeme, onların uygulamalarını yaygınlaştırma ve meşru gösterme anlamı taşıdığından tehlikeli ve mahzurludur. Müslümanların, hangi maksatla olursa olsun, o günlere mahsus bir şey yapmamaları gerekir.

3- Hindi gibi sırf o günlere mahsus şeyleri, o günlerde satmak, fasıklara "günahta yardım" anlamı taşıdığından, haram ya da tahrimen mekruhtur. Ancak alacağı para haram değildir. Haram ve günah olan o işi yapmasıdır. Bu hindilerin besmele ile kesilmiş olması halinde böyledir. Besmele ile kesilmemişse "meyte" olacaklarından satılmaları hiç bir surette caiz olmaz.

4- Yılbaşı kutlamaları için matbaa sahiplerinin davetiye, afiş, kart vb. şeyleri basmaları da aynıdır. Yani bunlar sırf yılbaşına özel olarak kullanılacaklarsa yapılıp satılmaları aynı derecede mahzurludur: Eşantiyon eşya için de aynı şey söylenir. Ancak satıcılar bizzat yılbaşını kutlamış gibi günah almazlar. Çünkü, satılan şeylerin kötü amaçla kullanılması haramdır. Halbuki süs eşyaları satmak esasen haram olan bir iş değildir. Bu açıdan satıcıların sattığı süs eşyaları bizzat haram değildir. Bunu bir dükkanı içki imalatçısına vermeye benzetebiliriz. İmamı Azama göre içki satışı yapacak birisine binayı kiraya vermek haram değildir. Bu noktadan yapılan satışın kendisi haram değildir. Bunu yanlış yerde kullanacak olanların yaptıkları haramdır.

Bununla beraber, bir şeyin haram olmaması hiçbir sorumluluğunun olmadığı anlamına gelmez. Böyle bir konuda yardımcı olmak, en azından mekruhtur. Mekruh ise harama yakın derecede kişiyi sorumlu eden demektir. Bu nedenle bir mecburiyet yoksa bu işin yapılmasını tavsiye etmeyiz.

 

Müslümanlar bu yılbaşını takvim başlangıcı yaparlarsa, yılbaşı gecesinde yapılan âyin veya eğlencelere iştirak ederlerse ne olur? 

Yılbaşı dolayısıyla yapılan dinî âyine katılan (Hristiyanlarla beraber bu toplu ibâdeti yapan) müslümanlar en azından haram (büyük günah) işlemiş olurlar.

Dinî âyîne katılmadan yılbaşı dolayısıyla toplantı ve eğlence yapan müslümanlar, bu eğlencelerde ayrıca hiçbir haram işlemeseler dahi, kökeni dinî (İslâm'dan başka ve ona göre bugün mûteber olmayan bir dîne dayalı) olan bir faâliyete katıldıkları ve başka dinden olanlara -dinle ilgili bir konuda- benzer hale geldikleri için günah işlemiş olurlar. Yukarıda kaynağını verdiğimiz, "Bir din ve kültür topluluğuna kendini benzetenler onlardan sayılır" meâlindeki hadîs bu davranışı yasaklamaktadır.

Yılbaşı, takvim, tarih, tatil, eğlence, şenlik ve bunlarla ilgili âdetler bir milletin kültürüdür. Kültür din ve ideolojinin bedenlenmesi, ete kemiğe bürünmesidir. Bu ikisini birbirinden ayırmak mümkün değildir. Eğer birileri din ile kültürü birbirinden ayırmaya, aralarındaki bağı koparmaya kalkışırsa -zor olmakla beraber bunu yapabilirse- kültür ile beraber dîni de değiştirme yoluna girmiş olur. Bedenini parça parça kaybeden din gider (milletin hayatından çıkar) onun yerine yeni kültürün dîni veya dinsizliği gelir. Kültür ile din arasında böyle bir bağ bulunduğuna göre; kültürün değişmesi dîni yakından ilgilendirir. İslâm'ın beş temel amacından biri dîni (müslümanların hayatında İslâm'ı) korumaktır. İslâm'ın korunmasını olumsuz etkileyen bir davranış, bir kültür değişimi, bir kültür taklidi haramdır, bazan bununla da kalmaz dinden çıkma sonucunu doğurur.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Medine'ye göçünce, burada öteden beri iki bayramın bulunduğunu ve bu bayramlarda kutlama yapıldığını öğrendi. Bayramlar, dînin etkilenmesi bakımından önemli kültür unsurları olduğu için bunları değiştirdi ve yerlerine Ramazan ile Kurban bayramlarını tebliğ etti. Daha pek çok hadîste, başka dinlerle ilişkisi veya sembolik değeri/fonksiyonu bulunan âdet ve uygulamaları müslümanlara yasakladı.

 

Yılbaşında Müslüman olmanın gereği nedir?

Hepimiz Müslümanız elhamdülillâh. Ama hepimiz Müslümanlığımızın icabını yaşamıyoruz maalesef...

Biz, Müslümanlığın icabını yaşama hâline “dindarlık” diyoruz. Kim inandığı gibi yaşıyorsa, ona dindar insan sıfatını takıyor, dindar adam, diye yâd ediyoruz. Bu sıfat onun hakkıdır zaten.

Siz dindarlığı, zamanın kötülük ve fitnesine karşı giyilen koruyucu bir zırh olarak da kabûl edebilirsiniz.

Aslında dindarlık, sahibini sadece âhirette Cennet’e koyan bir yaşama tarzı olmakla kalmayıp, dünyada da huzura, saadete sevkeden bir yaşama tarzıdır.

Nitekim İsa Peygamber’in doğumu ile Hazret-i Muhammed’in hicretine başlangıç olan yılbaşlarında dindar olanla olmayanın yaşayışını ibretle seyrediyorsunuz.

Dindar olanlar, yılbaşı gecelerinde düşünüyorken, şuur altında bile olsa diyorlar ki:

— Yılbaşı gecesinin mânası, sayılı ömür senelerinin birinin daha bitmesi, ölüm denen kesin âkıbete biraz daha yaklaşılması, gençlik günlerinin tükenip, ihtiyarlık demlerinin gelmesi.. demektir. Nitekim her yılbaşında siyah saçlara biraz daha aklar düşüyor, akların sayısı da biraz daha çoğalıyor.

Öyle ise, böyle gecelerde daha çok sefalete, daha çok sefahete düşmek yerine; daha çok âhirete, daha fazla ebedî âleme meyili olmak lâzımdır. Zira bu hızlı gidiş, - ister ikrar et, ister inkâr - kabire, öteki dünyaya doğrudur.

İşte dindarlık böyle düşündürüp, böyle tedbirli hareket ettirdiği içindir ki, dindar insanın, geçen senelerinden pişmanlığı azdır. Ama kendisini dinî ölçülerle kayıtlı görmeyen başıboş insanlarda ise her yılbaşında böyle bir muhakeme ve düşünceden eser yok. Tam bir şuur ve idrak mahrumiyeti içindeler.. Ölüme bir sene daha yaklaşmanın delilini teşkil eden gecede, hem ahlâkından, hem mâneviyatından, hem de parasından zararlar görmekte, fireler vermekte, pişman olacağı fiilleri çoğaltarak işlemekteler. Birkaç saatlik bu eğlence ve sefahetin arkasından ömür boyu üzüntü ve pişmanlıklar gelmekte...

Onu böyle ömürboyu pişmanlıklara sevkeden şey, İslâm’ın icabını yaşamayışında, yâni, dindar olamayışındadır.

Şâyet dinin emirlerine sadık kalacak bir iman kuvveti, dindarlık emâresi kazanabilse, her yılbaşı, tam aksini düşünmesine, kendisine çekidüzen verip iman ve ahlâk bakımından yükselmesine sebep olacak, geçmişinden pişmanlık duyan bir sefahet ve sefalete düşmeyecek...

Demek ki, yılbaşı gecelerinde kimilerini o hâle düşürüp, kimilerini de bu duruma çıkaran şey, dindar olup olmamaktan başka birşey değildir.

Anlaşılan, şahsı düşündürüp, mes’ud ve bahtiyar kılan şeyin dindarlık olduğu kesindir.

Ferdi muhakemesizleştirip sefalete itenin de dinde lâubalilik olduğu bir vakıadır.

Demek imtihan dünyasıdır bu. Her ikisine de yol açık. İsteyen oraya, dileyen de buraya yönelir. Kimi yılbaşında şuurunu iptal eder. Kimi de ihyâ...

Biz şükrederiz dindarlığımıza, hamd ederiz bizi böyle düşündürüp, amel ettiren Rabbimize.

Bizim yılbaşı anlayışımız ne olmalıdır? Ölmeden önce hesaba çekilmek için ne yapmak gerekir?

Bazıları yılbaşını, 'vur patlasın çal oynasın' düşüncesizliğine dönüştürüyorlar, sanki ömürlerinden bir sene gitmemiş, aksine bir sene kazanmışlar gibi sevinç çığlıkları atarak işi sarhoşlaşmaya kadar götürüyorlar.

Herhalde kaybettikleri bir yılı düşünmemek için başvuruyorlar böylesine şuur ve muhakeme iptaline...

Harcanan vakti nakitten de kıymetli gören İslam büyükleri ise böylesine bir şuur iptaline asla rıza göstermiyorlar, aksine kaybettiğimiz yılın sonunda tam bir nefis muhasebesine girmemizi, harcadığımız seneyi nasıl bir yaşantı içinde tükettiğimizin muhasebesini yapmayı ısrarla tavsiye ediyorlar. İsterseniz bir de onları dinleyelim de nasıl bir muhasebe ve muhakeme içinde olmamız gerekiyor, harcadığımız yılın sonunda görelim.

Hicri 334 senesinde Bağdat'ta vefat etmiş olan büyük mutasavvıf Şibli Hazretleri, Bağdat halkına yaptığı her konuşmasına şu sözlerle başlıyordu:

- Ömürlerinden bir seneyi daha tüketerek varacakları sona biraz daha yaklaşan ahiret yolcuları! Yaklaştığınız yerde hesaba çekilmeden önce burada kendinizi hesaba çekin!

Her vaazına bu cümleyle başlayan Şibli Hazretleri'ne bir hürmetkârı, bir gün şöyle bir soru sordu:

- Hep 'Ahirette hesaba çekilmeden önce kendinizi dünyada hesaba çekin!' buyuruyorsunuz. Dünyada kendimizi hesaba çekerek yaşarsak sanki ahirette hesaba çekilmeyecek miyiz?

- Evet, dedi, burada hayatını hesaba çekerek yaşayan, orada hesaba çekilmeyebilir. Efendimiz (sas) Hazretleri; "Ahirette hesaba çekilmeden önce dünyada kendinizi hesaba çekin!" buyuruyor, öyle ise burada hayatını hesaba çekerek yaşayan orada hesaba çekilmeyebilir. En azından hesabını kolay verir. Bunun üzerine soru sahibi, kendini burada hesaba çekerek yaşamaya başlar. İbadetlerini eksiksiz yerine getirme gayretine girer. Günahlardan kaçınıp sevaplarını, hayır hasenatlarını çoğaltma titizliğine yönelir. Yani ahirette hesabını veremeyeceği işleri dünyada yapmama kararı alır. Böylece hayatını tam bir şuur içinde hesaba çekerek yaşamaya başlayan genç, bir gece rüyasında hocası Şibli Hazretleri'ni beyaz bir ata binmiş, bulutlara, yukarı uçup gidiyor halde görür. Arkasından seslenir:

- Hocam bekle ben de geleyim seninle!.. Şibli Hazretleri'nin cevabı kesin: "Ben bu hapishaneden bir kurtuldum, bir daha bekler miyim burada?"

Bu rüyanın manasını öğrenmek için sabah ilk iş olarak üstadını ziyarete giden talebesi, hocasının kapısında cenaze hazırlığını görünce, onun dünya hapishanesinden gece kurtulup ahiret saraylarına doğru uçtuğunu anlamakta gecikmez. Ama çok üzülür bu ani gidişine de o günün akşamında Rabb'ine dua ve niyazda bulunarak üstadını rüyada görme niyetiyle yatağına uzanır, az sonra kendisini hocasının huzurunda bulur. İlk sorusu, vaazlarında tekrar ettiği cümle olur:

- Sen dünyada kendini hesaba çekerek yaşardın, orada hesaptan kurtuldun mu, durum nasıl? İmam tebessüm ederek cevap verir. Meleklerin beni hesaba çekmek üzere karşıma geçtikleri sırada Rabb'imden hitap geldi:

- O kuluma hesap sormayınız. Çünkü o hesabını yaparak yaşadı, buraya temiz bir amel defteriyle geldi!.. Siz onun amel defterine bakın yeter, hesabını göreceksiniz orada... Şibli Hazretleri, talebesine; "Siz de" der, "kendinizi orada hesaba çekerek yaşayın.. Hesabını veremeyeceğiniz işlerle gelmeyin buraya. Size de; 'O kulum hesabını yaparak yaşadı, temiz bir amel defteriyle geldi buraya, defterine bakın yeter', denebilir!.."

- Ne dersiniz? Biz de harcadığımız sene sonunda, harcayacağımız senenin de başında kendimizi bir hesaba çeksek mi? En azından hesabını veremeyeceğimiz yanlışlarımız olduysa, tövbe, istiğfarla onları terk etme kararı alsak mı? Yapamadığımız ibadetlerimizi, hizmetlerimizi yapma azmine girsek mi? Yılbaşında bari bu muhasebeyi yapsak mı? Yoksa boş mu ver? Ömrümüzden bir sene daha gittiği halde, sanki bir sene daha kazanmış gibi 'vur patlasın çal oynasın' düşüncesizliğine düşenlere biz de katılarak malum tekerlemeyi biz de mi tekrar etsek?

- Ayağını sıcak tut başını serin, hayatını yaşa düşünme derin!.. Fakat unutmamak gerek ki, hayatını düşünmeden yaşayanların sonunda duydukları pişmanlık çok derin oluyor; ama bu derin pişmanlığın hiçbir faydası olmuyor. Öyle ise gelin biz hayatımızı düşünerek, hesabını yaparak yaşama kararı alalım yeni yılımızda. Hesabını verebileceğimiz nice yeni yıllar dileğimle... (Ahmed Şahin)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
 


vehbiaksit

  • Forum Üyesi
  • İleti: 14
  • Üyelik Tarihi: 13-11-2011
Takvim resmi
Tarih : 27-12-2012 Saat : 21:18


vehbiaksit

  • Forum Üyesi
  • İleti: 14
  • Üyelik Tarihi: 13-11-2011
Mekkenin Fethi
Tarih : 27-12-2012 Saat : 21:26

Mekke’nin Fethi ve Sonuçları

Müslümanlarla Mekke müşrikleri arasında yapılan Hudeybiye Antlaşması’nın maddelerinden birinde iki tarafa da çevre kabilelerle ittifak kurma hakkı verilmişti.  Bu anlaşmaya dayanarak Huzaa kabilesi Müslümanlarla, Huzaalıların düşmanı olan Bekir kabilesi ise müşriklerle ittifak kurmuştu.

Hicretin 8. yılı şaban ayı içerisinde Bekir kabilesi Huzaalılara saldırarak bu kabileden 23 kişiyi öldürmüş, Kureyşli müşrikler de Bekir kabilesine silah yardımı yapmıştı. Bunun üzerine Huzaalılardan Amr bin Salim yanında bir grupla beraber Medine’ye Hz. Peygamberin yanına gelerek olanları ona anlattı. Hz. Peygamber durumu öğrendiğinde üzüldü. Kureyşlilere, yaptıklarının anlaşmaya aykırı olduğunu belirterek durumun düzeltilmesi için iki seçenek önerdi. Ya Bekir kabilesi ile olan ittifaklarını bozacaklar ya da ölen yirmi üç kişinin diyetini vereceklerdi. Peygamberimiz, bunlardan birini yapmadıkları taktirde kendileriyle savaşacaklarını belirtti. Kureyşliler, Hz. Peygamberin önerisini hafife aldılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber savaş kararı alınca Ebu Süfyan Medine’ye gelerek, Hudeybiye Antlaşması’nın yenilenmesini istedi. Ancak Hz. Peygamber bunu kabul etmedi. Ebu Süfyan da bir netice alamadan Mekke’ye geri döndü. Bu olaydan sonra Hz. Peygamber müttefik kabilelere haber vererek savaş hazırlıklarının yapılmasını istedi. Müslümanlar çevredeki Arap kabilelerinin de katılımıyla 1 Ocak 630 yılında Medine’den yola çıktı. Mekke yakınlarındaki Merru’z Zehran denilen vadide konakladı. Hz. Peygamber burada Müslümanların sayısının çok olduğunu göstermek için on bin ateş yakılmasını emretti. Müşrikler bu ateşleri gördüklerinde çok telaşlandılar. Ebu Süfyan olayı anlamak için bir tepeden başka tepeye çıkıyordu. Bu arada Hz. Peygamberin amcası Hz. Abbas eşiyle birlikte Mekke’den ayrılıp Medine’ye Hz. Peygamber’in yanına gitmeye karar vermişti. Mekke’den fazla uzaklaşmadan Müslümanların kamp yerine rastladılar. Hz. Peygamber amcasını görünce, “Amca, senin hicretin son hicret, benim peygamberliğim de son peygamberliktir.”dedi. Daha sonra Hz. Abbas da Müslümanların arasına katıldı.

Hz. Abbas gece vakti Mekke’ye gitti. Ebu Süfyan’a Müslümanların büyük bir orduyla geldiklerini bildirdi. Ancak niyetlerinin savaş yapmak olmadığını, eğer teslim olurlarsa kendileri için iyi olacağını söyledi. Görüşmek amacıyla kendisini Hz. Peygamberin yanına götürebileceğini belirtti. Ebu Süfyan’la beraber Hz. Peygamberin çadırına geldiler. Hz. Peygamber Mekkelilerin, Müslüman ordusuna direnmeye kalkmamaları için Ebu Süfyan’a Müslüman askerlerinin olduğu kampı gezdirdi. Hz. Peygamber ondan Mekke’ye dönmesini ve halka şöyle söylemesini istedi: “Ebu Süfyan’ın evine sığınanlara, Kâbe’ye sığınanlara ve kendi evinde kalanlara hiçbir şey yapılmayacaktır.”

Ebu Süfyan Mekke’ye dönerek olanları kavmine iletti. Mekkelilerin direnmekle bir şey elde 

edemeyeceklerini ve Müslümanların da savaş

yapmak istemediklerini bildirdi. Ertesi sabah erken saatlerde Müslümanlar dört bir koldan şehre 

girdi. Şehre giriş esnasında Halit bin Velit’in ba-

şında bulunduğu küçük bir birlik hariç Mekkelilerle kayda değer bir çarpışma olmadı. Müslümanlar sekiz yıl önce zorunlu olarak ayrıldığı bu şehre 

barış içerisinde girdiler.

Hz. Peygamber daha sonra Kâbe’ye girdi. Kâbe’nin içi putlarla doluydu. Duvarlarına resimler 

asılmıştı. Peygamberimizin emriyle burada bulunan putlar kırıldı ve dışarıya çıkarıldı. Daha sonra 

Resulullah burada namaz kıldı. Bu arada Müslümanlara çok eziyet ettikleri için öldürülmesi emredilen yaklaşık yirmi kişi vardı. Bunlar da kendilerine ne yapılacağını merak ediyorlardı. Birkaçı hariç 

bunların çoğu da affedildi. Bunlar arasında Ebu Süfyan’ın hanımı Hint ve Ebu Cehil’in oğlu İkrime 

de vardı.

Müslümanlar Mekke’yi fethettiklerinde hiçbir taşkınlık yapmadılar. Sekiz yıl önce terk ettikleri mahallelerini, evlerini gezerek hasretlerini giderdiler. Hz. Peygamber de Mekke’de fazla kalmadan şehrin 

idaresini Attab bin Esid’e bırakarak Huneyn’e doğru hareket etti. 

Mekke’nin fethinden sonra Arap kabilelerinin çoğu Müslümanların siyasi otoritesini kabul ettiler. 

Birçok kabile de gruplar hâlinde Medine’ye Hz. Peygamberin yanına gelerek Müslüman olduklarını

bildirdiler.

Arabistan’ın en büyük kabilelerinden olan Sakif ve Hevazin İslam’a karşı olan düşmanlıklarını

eskiden olduğu gibi devam ettirmekteydiler. Bu iki 

kabile, İslam’ın Arabistan coğrafyasında daha fazla büyümesine engel olmak için savaşmanın kaçı-

nılmaz olduğuna inanıyordu. Bunun için Hevazin 

kabilesinden Malik bin Avf önderliğinde yaklaşık 

yirmi bin kişilik bir ordu kurdular. Müttefik düş-

man kabileleri Müslümanlara karşı bir ölüm kalım savaşı yapmak niyetindeydiler. Askerler savaş

meydanından kaçmasınlar diye onların bütün mallarını ve eşlerini de beraberinde götürmeye karar

verdiler. Hz. Peygamber düşman hakkında bilgi 

alması için Abdullah bin Ebi Hadred’i Huneyn 

Vadisi’ne gönderdi. Bu sahabenin vermiş olduğu 

bilgiler doğrultusunda on iki bin kişilik bir kuvvetle Huneyn Vadisi’ne doğru hareket edildi.

Düşman askerleri Huneyn’deki vadinin yamaçlarında pusu kurmuş Müslümanları bekliyorlardı. 

Müslüman askerleri düşmanın buradaki varlığından habersiz sabahın alacakaranlığında sayı üstünlüğü-

ne güvenerek vadide gururla ilerliyorlardı. Düşman askerleri, bulundukları hakim noktalardan ansızın 

ok atışına başladılar. Bunun yanında yamacın üst tarafında oldukları için büyük taşları da Müslüman 

askerlerinin üzerlerine yuvarlıyorlardı. Müslüman öncü birlikleri ok atışlarına dayanamayarak kaçış-

maya başladılar. Kur’an-ı Kerim bu hususu şöyle anlatır: “Şüphesiz ki Allah, size bir çok yerde ve 

Huneyn Savaşı yapıldığı günde yardım etmişti. O gün sayınızın çokluğu sizi gururlandırmıştı. 

Fakat çokluğunuz size bir fayda sağlamamıştı da o geniş yeryüzü size dar gelmeye başlamıştı. 

Sonra da yüz çevirip geri kaçmıştınız.” 

31

 Bu durum karşısında Hz. Peygamber, gür sesli amcası Hz. 

Abbas’tan onları çağırmasını istedi. Bu çağrı üzerine Müslümanlar toparlandı. O ana kadar savunma 

yaparlarken hücuma geçtiler. Düşmanlar savaş alanını terk edince bütün mallar Müslümanlara kaldı. 

Ele geçirilen ganimetler Cirane denilen mevkide toplandı ve orada koruma altına alındı. Müslümanlar 

bu savaşta dört şehit verdi, karşı taraftan ise yetmiş kişi öldürüldü. 

Huneyn’de yenilen düşman, üç yöne doğru kaçmaya başladı. Savaşın komutanı olan Malik bin 

Avf’ın da bulunduğu bir grup düşman askeri Taif şehrine sığındı.

Müslümanlar Huneyn Savaşı’ndan sonra düşman askerlerinin sığındığı Taif şehrini kuşattı. Taifliler 

düşman saldırılarına karşı şehrin surlarını tamir etmişler ve içerisine de bolca yiyecek depolamışlardı. 

Müslümanların bu savaşta başarılı olabilmeleri için değişik savaş taktikleri uygulamaları  gerekiyordu. 

Çünkü surlara tırmanan askerlerin üzerlerine içeriden kızgın yağ ya da büyük taş kütleleri atılıyordu. 

Bu sebeple kaleyi ele geçirmek zorlaşıyordu. Müslümanlar savaşta o kadar zor durumda kalmışlardı

ki sahabeler Hz. Peygambere, “Ya Resulallah Sakif’in okları bizi yaktı, onlara beddua et.” diye istekte 

bulundu. Hz. Peygamber ise, “Allah’ım, Sakif’e doğru yolu göster.” şeklinde dua etmiştir.

32

Taif’in kısa sürede fethedilemeyeceği anlaşılmıştı. Hz. Peygamber, Taif Kuşatması’nı kaldırarak 

Huneyn’de ganimetlerin toplandığı Cirane’ye doğru hareket etti. Müslümanlar bu kuşatmada on dört 

şehit verdiler. Hz. Peygamber Taif Kuşatması’ndan sonra geldiği Cirane’de on üç gün kalarak Huneyn 

Savaşı’nda ele geçirilen ganimet ve esirleri taksim ettirdi. Ganimetlerin beşte biri hazineye ayrılarak 

geriye kalanlar ise savaşa katılanlar arasında paylaştırıldı. Bu taksimde yeni Müslüman olmuş bazı

kimselere diğerlerine nispetle daha fazla mal verdi. Müellefe-i Kulub (kalpleri İslamiyete yeni ısındı-

rılmış kimseler) diye anılan bu kişilerin çoğu yeni Müslüman olmuş Mekkelilerden oluşuyordu.


vehbiaksit

  • Forum Üyesi
  • İleti: 14
  • Üyelik Tarihi: 13-11-2011
Ayeti Kerime
Tarih : 01-01-2013 Saat : 20:33

قُلْ جَاء الْحَقُّ وَمَا يُبْدِئُ الْبَاطِلُ وَمَا يُعِيدُ  [49]

49 - De ki: "Hak geldi, batılın önü de kalmaz, sonu da."

Meali

 

46. De ki: "Size tek bir öğüt vereceğim: Allah için, başkalarıyla birlikte veya tek başınıza şöyle bir durup düşünün! (Görüyorsunuz ki) arkadaşınızda cinnetten eser yok; o ancak şiddetli bir azap öncesinde sizi uyaran bir kimse." 47. De ki: "Sizden isteyebileceğim bir karşılık varsa o da sizin olsun; benim mükâfatımı verecek olan yalnız Allah'tır. O her şeye tanıktır." 48. De ki: "Kuşkusuz rabbim gerçeği ortaya koyar; O gaybı hakkıyla bilendir." 49. De ki: "Hak gelmiştir; bâtıl ne yeni bir şey var edebilir, ne de eskiyi geri getirebilir." 50. De ki: "Şayet ben yanlış yolda isem bunun vebali banadır. Eğer hu rin rahhimin hana vahvettiei sayesindedir. Süohesiz O işitendir, yakındır." 51. Korkuya ve telaşa kapıldıklarında onları bir görsen! Artık kaçış-kurtuluş yoktur, yakın bir yerden yakalanmışlardır. 52, "Artık ona inandık" diyecekler; ama bu kadar uzak bir yerden (kurtaracak bir imana) kavuşmak ne mümkün! 53. Daha önce onu inkar etmişlerdi, körü körüne gayb hakkında atıp tutuyorlardı. 54. Artık kendileriyle arzuladıkları arasına bir set çekilmiştir; tıpkı daha önce benzerlerine yapıldığı gibi. Çünkü onlar sürekli şaşkınlığa iten bir kuşku içindeydiler. [Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu :IV/394-395.]

Tefsiri

 

46-50. Bunca İbret örneği ve delilden sonra artık muhatapların ister vicdanlarıyla başbaşa kalarak ister -çevresel baskılardan uzak ortamlarda- fikir alışverişinde bulunarak, düşüncelerini bir noktaya odaklamaları istenmektedir: Kendilerine çağrıda bulunan kişinin soyu sopu, çocukluğundan itibaren o güne kadar ortaya koyduğu davranışlar hepsinin malumu; hiçbir zaman ve hiçbir şekilde güvenilirliği, hak severliği, söz ve eylemlerinde makul ve tutarlı olma hususunda en küçük bir ithama maruz kalmamış; -son sıralarda belirli kişilerce ortaya atılan (sihirbazlık yaptığı veya aklını yitirdiği gibi) bazı mesnetsiz iddialar dışında- şu an söylediklerinde çelişki bulunduğunu kimse ileri süremiyor, aklî dengesine gölge düşürecek somut bir kanıt gösteremiyor; ayrıca, yaptığı iş için kendilerinden bir karşılık beklemediğini de açıkça ifade ediyor. Şayet bunun üzerinde taassuptan uzak biçimde ve insafı elden bırakmadan düşünebilecek olurlarsa zaten mesele bitmiş olacak, apaçık hakikati Önlerinde bulacaklardır.

"Kuşkusuz rabbim gerçeği ortaya koyar" diye çevrilen 48. âyetteki cümle ile ilgili başlıca açıklamalar şunlardır: Vahiy ile gerçekleri açıklar, peygamberlerinin dilinden delilleri ortaya koyar; gerçekleri kalplere ulaştırır, yerleştirir; hakkı bâtılın üzerine atar ve onu siler[

 

 

 

Zemahşerî, III, 264; Râzî, XXV, 269-270. "Hak" ve "bâtıl" hakkında bilgi için bk. İsrâ 17/81

 

 

 


 

 

 

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu: IV/395.

]


 1