GönderenKonu: Hadisi Şerif  (Okunma sayısı 3354 defa)

idareci

  • Forum Üyesi
  • İleti: 3
  • Üyelik Tarihi:
Hadisi Şerif
Tarih : 04-01-2013 Saat : 01:33

186 - فالأَوَّلُ : عن أَبي سعيدٍ الخُدْريِّ رضي اللَّه عنه قال : سمِعْتُ رسُولَ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يقُولُ : « مَنْ رَأَى مِنْكُم مُنْكراً فَلْيغيِّرْهُ بِيَدهِ ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطعْ فبِلِسَانِهِ ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبقَلبهِ وَذَلَكَ أَضْعَفُ الإِيمانِ » رواه مسلم .

186. Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ i şöyle buyururken işittim dedi:

“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.”  Müslim, Îmân 78. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17

Açıklamalar

Konunun başındaki âyetleri açıklarken, “ma’ruf” ve “münker”in ne olduğunu izah etmeye çalışmıştık. O bilgileri tekrar etmeyeceğiz.

Bu hadis, münkerin, kötülük ve fenalıkların nasıl değiştirileceği konusunda temel teşkil edici bir özelliğe sahiptir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, iyiliği emir ve kötülükten nehiy görevi, her müslüman mükellefi kapsayıcı niteliktedir. Bu hadisin ifadesinden ve görevleri sıralayış tarzından, bunu bir kere daha açıkça anlamış oluyoruz. İslâm âlimleri, genel anlamda olmak üzere, kötülükleri el ile değiştirmenin yöneticilerin, dil ile değiştirmenin âlimlerin; kalb ile değiştirmenin de bunlara güç yetiremeyen zayıfların, avamın görevi olduğunu söylerler. Böylece, her seviyedeki müslümana düşen bir vazifenin bulunduğu ortaya çıkmış olur. Bununla beraber, her seviyedeki insan, bunların hangisine güç yetirirse onu yerine getirir de denilmiştir.

Müslümanlar, bu görevleri yerine getirecek bir yapıyı kurmak zorundadırlar. Çünkü, İslâmî hassasiyetlere sahip bir yönetim kadrosunu, doğruyu ve yanlışı, iyiyi ve kötüyü öğretip öğütleyecek ilim erbabını ve bu hususlarda duyarlı bir halkı yetiştirmedikçe, vazifelerini yapmış sayılmazlar.

İyiliği emir ve kötülükten nehiy vazifesini yapacak olanların, bunlara öncelikle kendilerinin uyması, sözlerinin tesirli olması açısından önemli ve gerekli ise de, zarûrî bir şart değildir. Bu niteliklere sahip olmayanlar, önce kendilerine emir ve nehiyde bulunur, sonra da başkalarından bunu isterler. Böylece iki vazifeyi birden yerine getirmiş olurlar.

Ma’rufu emir ve münkerden nehiy vazifesini sadece bilenler yapar. Şu kadar var ki, emredilecek ma’ruf, herkesin bildiği dini farzlar ve nehyedilecek münker de bütün müslümanlarca bilinen yasaklar cinsinden ise, bu konuda bütün müslümanlar müşterektir. Şayet emirler ve nehiyler, nâdir meseler ile ilgili veya ictihâdî konularda ise, mesele sadece âlimleri ilgilendirir. Âlimler de üzerinde ittifak hasıl olan konularla ilgili emir ve nehiylerde bulunabilirler. İhtilaflı konulara girmezler.

İyiliği emir ve kötülükten nehiy vazifesi yapan kimseler, İslâm’ın tebliğ metodunu iyi bilmelidirler. Nezâket, iyi muamele, yumuşak davranış, merhametle yaklaşma gibi genel esaslar, böyle kimselerde bulunması gereken temel vasıflardır. İmam Şâfiî:

“Din kardeşine gizlice öğüt veren kimse, gerçekten nasihat etmiş ve onu süsleyip sevindirmiş olur. Fakat alenî ve herkesin gözü önünde ona öğüt veren kimse, din kardeşini son derece küçültür ve batırır”  der.

Kötülüklere mâni olup münkeri değiştirirken, elinde güç ve kuvvet bulunduran câhillere, şerrinden korkulan zâlimlere karşı son derece yumuşak davranılmalıdır. Aksi takdirde pek çok fitnelere sebebiyet verilebilir; hayır yerine şerre vesile olunur.

Bir kötülüğü el ile değiştirmek, ona fiilî müdahalede bulunmak demektir. Meselâ haram kılındığı halde içki içen kimsenin içki kaplarını kırmak veya atmak, içkiyi dökmek ya da döktürmek, çalınmış bir malı sahibine geri vermek ya da verdirmek gibi işler böyledir. Ancak bunları yaparken, daha büyük bir kötülüğe sebeb olunmaması gerektiği prensibi hep hatırlanmalıdır. Eğer bir kötülüğü değiştirmek, kendisinin veya bir başkasının öldürülmesi gibi daha şiddetli bir fitneye sebeb olacaksa, elle değiştirmekten vazgeçip dil ile söylemeli, nasihat yolunu yeterli görmelidir. Şayet söylemek de aynı şekilde tehlike yaratacaksa, kalbiyle düzeltme yolunu tercih etmek gerekir. Kalbiyle değiştirmek demek, o şeyi kerih görmek ve ondan tiksinmektir. Bu durum, bir kötülüğe mani olmak değilse de, elinden başka bir şey gelmediği için, bununla yetinilmesi câiz görülmüştür. Çünkü, insanın kendisini, bile bile tehlikeye atması, dinimizde helal bir davranış olarak kabul edilmez. Bazı âlimler, öleceğini bilse dahi münkere açıkça karşı çıkmak gerektiğini söylemişlerse de, bu görüş doğru bulunmamıştır.

İyiliği emir ve kötülükten nehiyde önemli olan bir hususa daha işaret etmemiz gerekir. Devleti yönetenler, yönettikleri birimler üzerinde nasıl yetkili ve o nisbette sorumlu ise, aile reisi de ailesinden ve velâyeti altında bulunanlardan aynı şekilde sorumludur. O halde, kişinin eşinde, çocuklarında, küçük kardeşlerinde ve hizmetinde bulunanlarda gördüğü kötülükleri, ma’rufu emir ve münkeri nehyin umûmî kâideleri içinde düzeltmesi üzerine bir vecibedir.

 

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Ma’rufu emir ve münkerden nehiy vazifesini yerine getirecek bir yönetimi teşekkül ettirmek, bu vazifeyi îfâ edecek âlimler yetiştirmek ve bir cemaat oluşturmak müslümanlar üzerine farz-ı kifâyedir.

2. Hangi vasıtayla mümkünse ve hangisine güç yeterse münkeri, kötülükleri onunla önlemek her müslümanın üzerine vecibedir.

3. Toplumdaki kötülükleri önlemede, genel anlamda olmak üzere, el ile, yani fiilen engel olmak yöneticilerin; dil ile, yani tebliğ, öğretim, îkaz ve nasihatla engel olmak âlimlerin; kalben buğz etmek, kötülükten nefret etmek ve tiksinmek suretiyle karşı gelmek de halkın görevidir.

4. İyiliği emir ve kötülükten nehiy, İslâm ümmetinin müşterek sorumluluğudur.

Riyazüssalihin Erkam Yayınları, c.II, 


vehbiaksit

  • Forum Üyesi
  • İleti: 14
  • Üyelik Tarihi: 13-11-2011
RE:Hadisi Şerif
Tarih : 04-01-2013 Saat : 01:38

Nureddin Yıldız : İslâm Müslümanlara emanettir

Şu hadisi şerife kulak verelim:
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi şöyle buyururken işittim dedi:
"Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir."
Dünya hayatını tanzim etmek, insanları dünya ve ahiret saadetine erdirmek için gelmiş olan İslâm, Müslümanlara emanettir. Müslümanlar, İslâm'ı koruyarak kendi saadet kaynaklarını korumuş olurlar. İslâm da onlara huzur ve saadet kaynağı olur.
İslâm'ın korunması, bir sanat eserinin müzede korunması şeklinde değildir. İslâm, emrettikleri ve yasakladıklarının korunması ile korunmuş olur. Namazın ikame edilmesini sağlamak, alkolün kullanılmasını engellemek İslâm'ı korumak, İslâm emanetine sahip çıkmaktır. Her işlenen haram, her terk edilen ibadet, emanete zarar vermektir. Emanet zarar gördükçe de emanetten yararlanacak olan Müslümanlar eriyecektir.
Önceki Ümmetlerden Yahudilerin eriyiş sürecinde bu hastalık vardır. Allah Teâlâ onlara da Yahudiliği emanet etmişti. Onu korusalardı, kendilerini koruyacaklardı. İşlenen haramlar çoğaldıkça Yahudilik de güç kaybetti. Yahudilik güç kaybedince ona iman edenler de eriyip gittiler. Kur'an'ımız, Maide suresinin 78-81. âyetlerinde bunu izah etmektedir.
Müslüman bir toplumda iki türlü suç işlenebilir. Birinci çeşit suç, zaten suç olarak bilinen zina, kumar ve benzeri yasakların işlenmesidir. İkinci çeşit de, Allah'ın emirlerinden bir emrin yerine getirilmemesidir. Kılınmayan bir namaz, yapılmayan bir hac da işlenmiş bir haramdır. İntihar eden bir insan da, ihmal edildiği için mü'min olarak yetiştirilemeyen bir çocuk da işlenen suçları gösterir.
Hangi suç türünden olursa olsun Müslümanlar, kendilerine emanet edilen dinlerini korumaya mükelleftirler. Korumadıkları dinleri, onlar için bir sorumluluk teşkil etmektedir. Bu koruma, elbette her Müslüman'ın takatı ile sınırlı bir emre göre olacaktır. Zira Allah Teâlâ, hiçbir kuluna kaldıramayacağı şeyi yüklememeyi Şeriat'ının en temel umdelerinden yapmıştır. Kim ne kadar yük kaldırabilecekse o kadar mesul olacaktır. Evi ile sınırlı bir takat sahibi evini, geniş bir dairede sözü geçen de geniş bir daireden mesul olacaktır. Elini kullanabilecek olan elini, dilini kullanabilecek olan dilini kullanacaktır. Herkes muhakkak bir iş yapmalıdır. Kalpten gelen bir tepki bile, İslâm emanetini sahiplenmiş olmak için yeterli olabilir.
Tepkisiz olamayız
Çevremizde olup bitenlere sessiz kalmayacak bir ümmetiz. Bizi ve yol aldığımız gemiyi etkileyecek her şey bizim ilgi alanımızdadır. Başkalarının günahları başkaları kadar bizim de etkileneceğimiz günahlardır. Onlar, o günahların sahibi olduklarından ötürü biz de günaha sessiz kaldığımızdan ötürü vebal altında oluruz. Ümmet olmak, bir vücudun organları gibi olmak budur. Herkesin kendi bacağından asılması gibi bir şey yoktur. Bize zararı olmayan bir durum olsa dahi, bizim ümmetimizden bir kişinin ateşte yanacak olmasından rahatsız olmamız imanımızın gereğidir. Merhametimiz ve insanlığımız sadece aç ve açık kalanlara olursa, bununla insanlık için çıkarılmış bir ümmet olma düzeyine yükselemeyiz. Kan bağımız bulunsun veya bulunmasın insanlar bizim yakınımız durumundadırlar. Bugünkü sessizlik yarın iki ağır sonuç doğuracaktır. Birincisi, sessiz kaldığımız kötülükler hâkim durumuna geçecek biz ezileceğiz. İkincisi de bugün sessiz kaldığımız kötülükleri yarın benimseme riski altında olacağız. Yahudilerin başına gelen afet de bu olmuştur.
En yakın muhitimizden en uzak çevremize kadar, kötülük ve kötü ile mücadeleyi ilke edinmeye mecburuz. Beceremediklerimizden mesul olmayız şüphesiz. Zaten Allah Teâlâ hiçbir kuluna yapamadığının hesabını sormamaktadır. Neyi yapıp yapamayacağımızı ise imanımızın hükmettiği vicdanımız belirleyecektir.
Bugün önümüzde işlene durulan onca haram ve çirkinlikler, dün sessiz kalınmış olan şeylerdir. Düzelsin veya düzelmesin biz, üzerimize düşeni yapmakla mükellefiz. Kalpler Allah'ın elindedir, hüküm O'nundur.
En nazik dili, en olgun metotları kullanmak, yaptığımızı ibadet şuuru ile yapmanın gereğidir. Yaparken bozmamak için bu ayrıntıya dikkat etmeliyiz.
Nehyianilmünker
'Nehyianilmünker' kavram olarak, kötüyü ve kötülüğü engellemektir. Kötülük, Şeirat'ın uygun görmediği her şeyin adıdır, şeriat'ın uygun görmediği şeyler ya dinin yasaklar listesinde olanlardan ya da insanlar arasında arlanılacak işler olarak görülenlerden oluşur. Genellikle günah olarak anılan kötülükler büyük ve küçük olmak üzere ikiye ayrılır. Günahın büyüklüğü ve küçüklüğüne göre de onu engelleme sorumluluğu büyür. Zira maksat, kişiyi ve toplumu çirkinliklerden muhafaza etmektir. Büyük bir çirkinliğin veya yaygınlaştığı için tehlikesi artan bir çirkinliği engellemenin önemi ile kenarda kalmış bir çirkinliği engellemenin gerekliliği aynı ihtiyacı göstermeyebilir.
Nehyianilmünker, hüküm olarak farzı kifayedir. Yani birinin yapması ile toplum o sorumluluktan kurtulur. Kimse yapmazsa bütün toplum sorumlu olur. Farzı kifaye olan bu görev, yerine göre farzı ayın durumuna da gelebilir. Bir babanın çocuğuna müdahalesi, bir öğretmenin öğrencisine müdahalesi, bir imamın camisinde onun arkasında namaz kılan birine müdahalesi farzı kifaye olarak geçiştirilemeyebilir.
İmam Gazalî, bu görevi 'dinin en büyük kutbu' olarak adlandırmaktadır.
Münker olarak adlandırılan hususun, kişisel kanaatlerden oluşmaması gerekir. Şahısların kendi kanaatlerini, din adına emretmeleri veya yasaklamaları kabul edilemeyeceği için nehyianilmünkere konu olan hususu ihtilaflı olmayan meseleler arasında görebilmek şarttır. Aynı şekilde bir münkeri zanla var sayıp onu engelleme de yapılamaz; fiilen var olan bir münkerin üzerine gidilmelidir. Bu görevi yapacak kişinin istihbarat yaparak münkeri tespit etmesi de doğru değildir, alenen işlenen orta yerdeki çirkinliklere müdahale edilmelidir.
Nehyianilmünkeri yapacak olanların kime, neyi, ne zaman söyleyeceklerini bilmelidirler. Hatalı söylenen bir doğrunun iyi sonuç vermemesi gibi bir akıbet hoş değildir. Yaklaştırmak isterken uzaklaştırmak bile mümkündür. Sahabeden Abdullah bin Mesud radıyallahu anhtan rivayet edilen şu söz oldukça hassas bir ölçüye işaret etmektedir: 'Birilerine, akıllarının almayacağı bir şeyi anlatırsan onları fitneye düşürmüş olursun.' (Müslim, Mukaddime, 14)
Neyin ne zaman söyleneceğini bilmek kadar neyin öncelikli olduğunu da bilmek şarttır. Önemli ile öncelikli arasında kesinlikle bir ayrım yapılmalıdır. Vakti kazanma ve en riskliyi giderme anlamında bu önemlidir.


Makaleyi sesli dinlemek için tıklayınz