Bir Kaşık mı versem yoksa bir bardak mı?
Konya Selçuk Eğitim Merkezi Müftü ve Vaizler İhtisas Kursuna yeni başlamıştık. Sene 1993 Ocak ayı. Bizden bir sene önce umreye gitmek için teşebbüs eden kursiyerler bunda muvaffak olamamışlar. Bize de sordular Ramazan ayında umreye gider misin? diye. Ben de yeni evlenmiştim. Hiç aklımda yoktu. Fakat umrenin ücretsiz olması, hem de Ramazan ayında olması çok cazip bir teklifti. Kaçırılmaması gereken bir teklif olarak bunu değerlendirdik.
Umre'ye bir otobüsle gittik. Önce Medine'de kaldık. Ondan sonra Mekke'ye geçtik. Ramazan umresi de hac gibi kalabalık oluyor.
Ekrem Olgun ile birlikte namazlarımızı kıldıktan sonra, Kabe'nin bir köşesinde oturduk. Sohbet ediyoruz. Bana dedi, ki.
- Vehbiciğim, ya ben namaz kılarken, hep alacağım hediyeler aklıma geliyor. Yarın şu alışveriş işini beraber bitirelim de, namazlarda aklıma gelmesin dedi. Ben de tamam dedim.
Ertesi gün, yatsı namazını ve teravih namazını kıldıktan sonra, alışverişe çıktık. Alacağımız hediyeleri aldık. Odamızda çantalarımıza yerleştirdik. Birkaç gün sonra, Ekrem ile yeniden sohbet etme imkanımız oldu. Ben kendisine dedim ki,
- Ekremciğim, iyi ki şu alacağımız şeyleri aldık. Artık namazda aklına gelmiyor değil mi? dedim. Ekrem bana sitemkâr bir tavırla:
- Ne iyisi? dedi. Şimdi daha kötü oldu. Ben daha önce namaz kılarken ne alayım diye düşünüyordum. Şimdi aldık. Namazda bu sefer, mesela kına aldık, bir kaşık mı vereyim, bir bardak mı? Tülbent aldık. Bir metre mi vereyim iki metre mi? diye aklıma geliyor dedi.
Evet, bana bu hadise gösterdi ki, hacılarımız yoğun bir şekilde Kabe'deki ibadetlerden çok, geriye götürecekleri hediyenin telaşı içinde...
Bu durum hacılarımızı ve umrecilerimizi oldukça meşgul ediyor. Şöyle bir prensip geliştirmek lazım diye düşünüyorum:
Hacca veya umreye giden kişilerin hediye getirmesinde hiç bir mahzur yok. Hatta sevap bile. Ancak biz bu hediyeleşme işini fazla abartıyoruz. Alınan hediyelere bakıyoruz da, ülkemizde her şeyin en iyisi en güzeli var değil mi?