GönderenKonu: Ayeti Kerime Ali İmran, 3/164  (Okunma sayısı 2092 defa)

idareci

  • Forum Üyesi
  • İleti: 3
  • Üyelik Tarihi:
Ayeti Kerime Ali İmran, 3/164
Tarih : 04-01-2013 Saat : 01:16

لَقَدْ مَنَّ اللّهُ عَلَى الْمُؤمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولاً مِّنْ أَنفُسِهِمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُواْ مِن قَبْلُ لَفِي ضَلالٍ مُّبِينٍ  [164]

 

164 - Andolsun ki Allah, müminlere kendilerinden, onlara kendi âyetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitab ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içindeydiler.

Müslümanlarla Kitap Ehli Arasında Ortak Olan Tevhid İnancında Buluşmaya Çağrı:

 

64. De ki: "Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz. Allah'tan başkasına kulluk etmeye­lim, O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da birbirimizi tannlaştırmayalım". Ve eğer yüz çevirirlerse de ki: "Şahit olun biz müslümanlarız".

Kitap ehli, ayetin ilk bölümünde, müşterek bir kelimede (noktada, ilkede) buluşmaya davet edilmektedir. Ayetin ikinci bölümünde ise, bu ilkenin tahli­li yapılmakta ve neleri kapsadığı anlatılmaktadır. Ayetin daha iyi anlaşılabil­mesi için nüzul (iniş) sebebine bakalım: [Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yayınları: 4/164-165.]

 

1. Ayetin İniş Sebebi:

 

Razi'nin naklettiğine göre, yahudiler Hz. Peygamber'e "Hnstiyanlann İsa'yı rab edindikleri gibi, bizim de seni rab edinmemizi istiyorsun" demiş­ler. Hnstiyanlar da "Ey Muhammed! Sen yahudilerin Hz. Üzeyir hakkında söylediklerini senin hakkında söylememizi istiyorsun" demişler. Bunun üze­rine bu ayet nazil olmuştur.

Âl-i İmran/61'deki lanetleşme çağrısının ardından müşterek ilkede (tevhid inancında) buluşma daveti yapılmaktadır. Bize göre, bu ayetin iniş sebeple­rinden biri de, Âl-i İmran/61-63'de geçen, doğruyu öğrendikten sonra yüz çe­virme olgusudur. Hakikate karşı olumsuz tepki göstermek, sırt dönmek, top­lumda bozgunculuk yaparak dinî alanı kirletmektir. Ancak Razi'nin nakletti­ği haberi de gözardı etmiyoruz. Aslında ayetin içeriği, ayetin iniş sebebini vermektedir: Allah'tan başkasına kulluk, O'na şirk koşmak ve insanların bir­birini rab edinmeleri suretiyle tevhid inancını bozmaları ve bunu da din adı­na yapmaları, ayetin nüzul sebebidir. [Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yayınları: 4/165.]

 

2. Ortak İlkede Buluşmaya Çağrı:

 

Ayetin birinci bölümü bir çağrıdan ibarettir:

(De ki: "Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramız­daki şu ortak ilkeye gelin").

Ayetteki tfû (teâ/ev=gelin) kelimesi, (et-teâlî) kelimesinden türemiş bir emir olup -Razi'nin dediğine göre- alçak bir yerden yüksek bir yere yük­selmek manasına gelmekte; çağırılan şeye yönelmeyi ve oraya gitmeyi ifade etmektedir. Bu ayetteki yönelecek yer, fizikî/maddî anlamda bir yer değil; bir inanca, bir ilke ve esasa yönelmek olduğu için, manevî bir yöneliştir.

(Sizinle bizim aramızdaki ortak ilkeye...)

Ayetin bu kısmındaki (kelime) kavramı, tevhid kelimesini (iman ilke­sini) ifade etmektedir. (sevâ') da, adalet, insaf, eşit, dosdoğru anlamına gelmektedir. İkisi birlikte, ortaklaşa paylaşılabilecek bir ilke anlamını ifade etmektedir ki buna, insanların kavga etmeden, diyalog kurabilecekleri bir or­tamın hareket noktasını belirleyecek ilke de denebilir. Yüce Allah, kitap eh­lini (geçmiş vahyin izleyicilerini) ve müslümanlan diyaloga davet etmekte­dir. Vahiy ve peygamberlik müessesesine inanan insanların, derin ayrılık ve ihtilaflara düşerek münakaşa etmeleri, tali konulan büyütmeleri doğru değil­dir. Yapılması gereken, peygamberlerin getirdiği temel ilkeyi tesbit edip di­ğer konulan ona göre halletmektir.

3. Ayetin son bölümünde kitap ehli ile müslümanlann üzerinde ittifak ede­cekleri ve bir araya gelecekleri üç bölümden oluşan ilke açıklanmaktadır:

a. (Allah'tan başkasına tapmayalım).

Ayetin bu kısmını Fatiha/5 ayetine bağlarsak diyebiliriz ki, Ancak sana kulluk ederiz ifadesi, Allah'tan başkasına tapmamayı ifade etmektedir. Yahu­diler Üzeyir'i, hristiyanlar da İsa'yı Allah'ın oğlu kabul ederek ilahlaştırmış-lardır. Kitap ehlinin batıl inançlannın dışlanması, aynı zamanda Allah dışın­daki varlıklan kutsallaştınp tapınmayı ön gören gelecekteki her inancın da dışlanmasıdır.

Tabiat varlıklanna ve insanlara tapınma şeklinde tezahür eden her sahte inanç biçimini ortadan kaldırmaya azmetmek, diyalogun önemli bir adımını teşkil eder. Diyalog, kulluğun kime yapılması gerektiğini belirlemekle baş­lar. Kitap ehliyle (yahudi ve hristiyanlarla) adil, doğru bir ilke etrafında di-yaoğun ilk adımı, kulluk bilincinin ortaya konmasıyla atılmış olacaktır. Bu­radan, müslümanlarla yahudi ve hristiyanlar arasındaki diyaoğun, dünyevî menfaat temeli üzerine değil, uhrevî kazanç temeli üzerine bina edilmesi ge­rektiği sonucunu çıkarabiliriz.

Sadece Allah'a kulluk etmek, Allah'ı tek ilah olarak tanımak ve tüm sahte ilahları dışlamak, insanın yaratılışının ana gayesidir. Zariyat/56 ayetinde, cin ve insanların bu gaye için yaratıldıkları beyan edilmektedir. Tevhid ilkesi, sa­dece müslüman, yahudi ve hristiyanlar arasında değil, cinler arasında da var olan bir müşterekliğe işaret etmektedir.

b. (O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım).

Kutsal kitaba inanan hiç kimse, hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi Allah'a eş tut­mamalıdır. Demek ki müslümanlar, yahudi ve hristiyanlar şirki dışlayarak, diyaloglarını sürdürmeli ve tevhid inancı etrafında toplanmalıdırlar. Allah'ın hiçbir dengi yoktur [İhlas/4] ayeti doğanın da bir kanunudur. Kainatta var olan düzen, Allah'ın tekliğinin bir tezahürüdür. Çünkü, Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka bir tanrı bulunsaydı, oradaki düzen bozulurdu. [Enbiya/22]

Şirki dışlamak ve insanlıktan kaldırmak dinlerin amacı olmuş ve olacak­tır. İlk insandan bu yana değişmeyen bir ilke ve amaç olan şirkin dışlanması, evrensel anlamda din eğitiminin ve dinler arası diyalogun da eksen konusu olmalıdır. Kur'an'ın kitap ehline yaptığı diyalog çağrısının ikinci adımı, şir­kin ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Allah'a eş koşmamak, O'ndan başkası­na kulluk etmemenin başka bir cephesini teşkil etmektedir.

c. (Allah'ı bırakıp, birbirimizi rab edinmeyelim). Öyle anlaşılıyor ki yahudi ve hristiyanlar, din adamlarını ve büyüklerini rab ediniyordu. Helal ve haram konusunda onların kişisel fetvalarını dinin emri gibi kabul ediyorlar; din adamlarının ve alimlerinin görüşlerini kutsal-laştınyorlar, günahlarını onlara affettiriyorlar; onları Allah'ın önüne geçili­yorlardı.

Allah'tan başkasını rab edinme gibi dinî alanı kirleten bir anlayış ve dav­ranışı bırakmak, diyalogun diğer bir gündem maddesidir.

Kısaca diyebiliriz ki: Müslümanlarla yahudi ve hristiyanlar arasında ku­rulacak diyalogun buluşma noktasını belirleyen bu üç madde, tamamen şirk­le mücadeleyi ve tevhid inancını benimsemeyi esas almaktadır. Buluşma noktasının ilk iki maddesini olumlu bir şekilde ifade edebiliriz: Yalnız Al­lah'a kulluk etmek, tek Allah'a inanmak. Üçüncü maddesi olan Birbirimizi rab edinmeyelim ilkesini ise olumlu olarak ifade etmek mümkün değildir. O nedenle, birbirimizi rab edinmemek ilkesi aynen kalmalıdır. Yani insanlar sa­dece Allah'a kulluk ettiklerini ve O'nu tek ilah olarak kabul ettiklerini söyle­dikleri halde, bilerek veya bilmeyerek birbirlerini rab edinebilirler.

Tevhid inancını eksen değer olarak kabul eden müslümanlar, yahudi ve hristiyanlar hakikatin kendi tekellerinde olmadığını anlar ve kendileri dışın­dakilerin dalalette olduklarını söylemekten kaçınırlar. Diyalog, tevhid inan­cının paylaşılması ile başlayacak, tali konuların değerler sistemindeki yerinin tesbitiyle devam edecektir. Yalnız Allah'a kulluk etmek, O'na eş koşmamak ve insanların birbirlerini rab edinmemeleri ilkesinin benimsenmesi, diğer proplemlerin de çözümünü sağlayacaktır. Tevhid inancının olmadığı yerde çözümsüzlük vardır. Hakikati kendi tekelinde görmenin veya Âl-i Imran/63-64'de belirtildiği gibi hakikatten yüz çevirmenin ana nedeni, tevhid inancının benimsenmemesidir.

Tevhid inancı, insanların beynini hakikate, yani Allah'a döndürürken; din­lerin yönünü de birbirlerine döndürür. Birbirine bakmayan, biririni görmeyen veya görmemezlikten gelen dinlerin birbirine saygı duyması mümkün değil­dir. Saygının olmadığı yerde de diyaog kurulamaz. Aralarında saygı olma­yanların da paylaşacakları ortak bir ilkeleri olamaz.

Demek ki tevhid inancı, saygıya, oradan da paylaşıma uzanması hase­biyle birçok propleme çözüm getirmektedir. Tevhid inancı, diyalog konu­sunda eksen değeri belirlemekte, saygı ve paylaşım kapılarını açan anahtar rolü oynamaktadır. Saygı ve paylaşım iradî olarak inanmayı temin eder. Zorlamadan, düşünerek, araştırarak ve bilinçle kabullenmenin alt yapısını oluşturur.

Hakikate saygı göstermek ve ona karşı samimi olmak, diyalogun önemli şartlan arasında yer almaktadır. Âl-i İmran/64'de tevhid inancının üç boyutu da vurgunlamış, diyalog için hiçbir şey dışarıda bırakılmamıştır. Kitap ehli ile müslümanlann diyaloglarında samimi olmaları, ikili oynamalarını engelleye­cek, inançların her yönünü ortaya koyup sorgulamalarını temin edecektir.

Saygı, samimiyet ve paylaşım için Yüce Allah Ankebut suresinde şöyle buyurmaktadır:

(Kitap ehli ile zulüm ve haksızlıktan uzak durdukları müddetçe en güzel şekilde tartışın ve deyin ki: "Bize indirilene inandığımız gibi size indirilmiş olana da inanıyoruz. Çünkü bizim ilahımız ile sizin ilahınız tek ve aynıdır ve hepimiz O'na teslim ol­muşuzdur"). [Ankebut/46]

Bu ayet, kitap ehli (yahudi ve hristiyanlar) ile tartışırken en iyi metodun kullanılmasını emretmektedir. En iyi metodun hangisi olduğu da ayette mev­cuttur: Onlara indirilene iman edildiğinin deklare edilmesi ve aynı Allah'a iman edildiğinin ve O'nun tek olduğunun açık bir şekilde ortaya konmasıdır. Kitap ehlinin inançlarını sorgulamadan önce peygamberler aracılığıyla onla­ra indirilen ilahî vahye inanmak; kendisinden başka ilah bulunmayan Al­lah'ın hem yahudi ve hristiyanların, hem de müslümanlann ilahı olduğunu açıkça beyan etmektir.

Kitap ehliyle en iyi metodla tartışmak için, ben-merkezciliği terkederek, gündemi Allah ve vahiy üzerine yoğunlaştırmak gerekir. Allah ve vahiy mer­kezli tartışmalar diyalog için en güzel metoddur. Bu metodun güzel netice verdiğini Ankebut/47'den öğreniyoruz. Müslümanın, kitap ehline indirilenle­re inandığını açıklaması, diyalogda saygının ta kendisidir. Ben-merkezcilik, Maide/82'de kibir olarak vasıflandınlmaktadır. Ben-merkezcilik/kibir, sev­meyi, dinlemeyi ve hakikati anlamayı engeller. Kitap ehli içinden hristiyan-ların keşiş ve din adamlarının kibre kapılmayanlannın doğruya ulaştıkları Maide suresinde ifade edilmektedir:

(Onlar içinde iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da, "Biz hristiyanlanz" diyenleri bulacaksın. Çünkü onlar arasında öy­le keşişler ve rahipler var ki bunlar kibre kapılmamışlardır). [Ma-ide/82]

Sevgi, kibrin (ben-merkezciliğin) olmadığı yerde bulunduğuna göre, di­yalogda sevginin yer alması için ben-merkezciliğin terkedilmesi şarttır.

Kibri terketmekle sevmek eş zamanlıdır. Bu sevgi, Allah'ın Peygamber'e indirdiğini dinlemeye sevketmektedir. Bu da hakikati tanıyıp anlamakla ne­ticelenmektedir:

(Rasul'e indirileni dinlediklerinde gözlerinden yaşlar boşaldığını görürsün, çünkü ondaki hakikati ta­nırlar). [Maide/83]

Kibrin ortadan kalkması ile sevgi bağlan ortaya çıkmakta, vahye kulak ver­mek ve hakikate ulaşmak kolaylaşmaktadır. Önemli olan kendi inançlarını kar­şısındakine kabul ettirmek değil, hakikati bulmaktır. Hakikatle ben-merkezci-lik bir araya gelmez, hakikati yakalamak için kibri bırakmak gerekir. Âl-i İm-ran/64'deki Allah'ın birliği inancı, sosyal yapıya yansıyınca insanlığın birliği­ni sağlayan bir niteliğe bürünmektedir. Birleştirici ve bütünleştirici bir nitelik­te olan bu inanç, bütün dinlerin temelini ve amacını oluşturmaktadır.

Yahudilik ve Hristiyanlık'ın İslâm dini ile olan tali farklılıkları üzerinde gereğinden fazla durmak, insanları ayrılığa ve diyalog kopukluğuna götürür. Onun için Kur'an diyalogun tevhid üzerinde yapılmasını öngörür. Şirk ve in­sanın insanı rab edindiği kirli ve kaypak bir zemin üzerinde diyalog kurma­nın imkansızlığı ortadadır.

Kur'an, tevhid temeli üzerine kurulmasını istediği diyalogda, kitap ehli­nin kendi dinlerinin sınırlarını bile ihlal etmelerini doğru bulmaz:

(De ki: "Ey kitap ehli! Dininizin içerdiği hakikatin sınırlarını ihlal etmeyin. Daha önceden sapan, bir çoklarını da saptıran ve yolun doğrusundan uzaklaşan bir topluma uymayın"). [Maide/77]

Bu ayet, Hz. Peygamber'e, kitap ehli ile gireceği diyalogta onlardan din­lerinin sınırlarını ihlal etmemelerini isteyecek kadar koruyucu bir tavır takın­masını tavsiye etmektedir.

Yine Hz. Peygamber kitap ehlinden, yanlışın peşinden gidip yoldan çıkan­larla beraber olmamalarını isteyecek kadar koruyucu bir tavır ortaya koya­rak, diyaloga farklı bir boyut kazandırmaktadır. Demek ki, başkasının iyili­ğini düşünmek, diyalogu kemiren ben-merkezcilik kurdunun etkinliğini orta­dan kaldırmaktadır. Diyalog kurulan kişi veya toplumu tehlikelere karşı uyarmak, tehlikelerden çekip çıkarmak diyalogdaki samimiyetin gereğidir.

3. Hakikatten yüz çevirenlere söylenecek söz

AI-i Imran suresinin son kısmı, diyalogun tevhid inancı üzerinde cereyan etmemesinin muhtemel olduğuna ve bu durumda nasıl bir tavır takınılacağı­na ışık tutmaktadır:

(Ve eğer yüz çevirirlerse deyin ki: "Şahid olun ki, biz kendimizi ona teslim etmişiz").

Diyalog, parçalara bölünemeyen hakikati aramak, onun peşinden koşmak ve ona sevdalanmaktır. Tali olan dinî farklılıklar bir kenara bırakılabilir, fa­kat bölünme kabul etmeyen tevhid inancı bir tarafa konmaya, yüz çevrilme­ye tahammül edemez.

Ayette üç boyutuyla sergilenen ve şirki dışlama eksenine oturan tevhid inancına sırt çevirenlere, Şahid olun biz Allah'a teslim olduk demekten baş­ka çare yoktur. Bu ifadeden, burcu burcu benlikten sıyrılma kokusu hissedil­mektedir. Âl-i Imran/64 ayetinde Yüce Allah, kitap ehli ile diyalogun tesli­miyetle bitmesini istemektedir. Allah'a teslim olmak, Allah'ın birliği inancı­na/ilkesine iman etmek, tevhid inancını bozan ben-merkezcilikten uzaklaş­maktır. Nefsini tanrı edinmeye kadar varan bu ben-merkezcilik mabedi, aye­tin sonunda yer alan teslimiyetle dinamitlenmekte ve şirkin bütün kaleleri yerle bir edilmektedir.

Bu ifadenin altında, diyalogun, gerilim ortamına sürüklenmemesi beklen­tisi de vardır. Din eğitiminin amacını teşkil eden bu diyalogun iyi netice ver­memesi halinde, düşmanlık, gerilim ve kin haline dönüşmemesini Allah'a teslimiyet temin edecektir. Tevhid inancı, gerilim, kavga ve düşmanlık alanı değildir ve olmamalıdır. Diyalogun gerilimsiz bitmesi ve iyiden yana netice­lenmesi kadar önemlidir.[Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yayınları: 4/165-171.]