13.11.2009 tarihli vaazımız13.11.2009 Cuma günü, "Ölen kimseye karşı görevlerimiz" isimli vaazımız sesli olarak sitemize eklenmiştir. Vaazı sesli olarak dinlemek için tıklayınız
ÖLEN MÜSLÜMANLARA KARŞI
GÖREVLER[1] İnsanın dünyadaki fizikî varlığı, doğum ile
ölüm çizgisi arasında belirli bir zaman dilimiyle sınırlıdır. Bu iki çizgi arasındaki süre; onun ömrünü ve sorumluluk
alanını teşkil etmektedir. Çünkü dünya hayatı, insan için bir imtihan
yeridir. Yüce Allah ölümü ve hayatı;
kimin daha güzel iş ve davranışta bulunacağını denemek için yaratmıştır (Mülk; 67/2). Buna göre; diğer
bütün canlı varlıklarda olduğu gibi insanın da belirli bir ömrü ve takdir edilmiş bir eceli vardır. Bu
Allah’ın ilahi bir kanundur. Ancak İslam’a
göre ölüm; bir son ve yok olma değil, yeni bir hayatın başlangıcıdır. Bu
nedenle insana duyulan saygı, ölümle sona ermez. Onun manevi hatırasına duyulan
saygı devam eder, dualarda ve sohbetlerde hayırla anılır, anılmalıdır. Ölen bir
kimse hemen unutulamaz. Çünkü onun akraba,
komşu, çevre ve diğer yakınlarının bağlılıkları ve hatıraları vardır.
Diğer varlıklardan farklı olarak insanın ölümünden sonra dua ve istiğfara,
hayır ve hasenata ihtiyacı vardır. Dünyada iken yaptığı güzel amellerin mükâfatını da âhirette görecektir (Al-i İmrân,
3/182). İlk Ölüm Anı ve Ölüm Haberi Şüphesiz ki ölüm; geride kalanları üzüntü içinde bırakan bir
olaydır. Şayet ölen kişi; aile
fertlerinden biriyse bu acı ve üzüntüyü daha da arttırmaktadır. Çünkü yaratılışın
bir özelliği olarak kişi öncelik sırasına göre; anne, baba, çocuk, kardeş,
akraba, komşu, arkadaş ve diğer insanlara karşı sevgi ve acıma duyguları
taşımaktadır. Müslüman inancının gereği olarak kendisine ulaşan bu tür haber ve olaylara
karşı sabırlı olmalıdır. Nitekim Kur'ân'da; insanın benzer acı ve üzüntülerle imtihan edildiğini haber vermektedir: وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَىْءٍ مِنَ
الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِ
وَبَشِّرِ الصَّابِرينَ “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar
ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele” ( Bakara; 2/
155). Peygamber efendimiz, bir
musibet veya ölüm haberi duyunca; şu ayeti okuyarak Allah’a olan teslimiyetini
ve bağlılığını ifade etmişlerdir : اَلَّذينَ اِذَا اَصَابَتْهُمْ مُصيبَةٌ
قَالُوا اِنَّا لِلّهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ “Onlar, başlarına bir musibet
gelince, 'Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na
döneceğiz' derler” (Bakara; 2/156). Yine Peygamberimiz (a.s.), bir müminin herhangi bir
felaket ve musibetle karşılaşması durumunda da şöyle dua etmesini tavsiye etmişlerdir:
مَا مِنْ مُسْلِمٍ تُصِيبُهُ مُصِيبَةٌ فيقول مَا
امْرَهُ اللّهِ انا لله وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ اللَّهُمَّ أَجُرْنِي فِي
مُصِيبَتِي، وَاخْلُفْ لِي خَيْراً َأَخْلَفَ اللّهُ لَهُ خَيْراًمِنْها الا مِنْهَا “Başına bir felaket gelen
mümin, Allah’ın buyurduğu üzere 'Biz Allah içiniz ve biz O’na döneceğiz'
Allah’ım bu musibetime hayırlı bir karşılık ver, kaybettiğimin yerine daha
iyisini ihsan buyur” diyen müslümana Allah, onun kaybettiğinden daha iyisini
verir.”[2] Nitekim Hz.
Peygamber (a.s.)’ın Uhud savaşında vefat ettiği şeklinde bir haberin yayılması
üzerine orada bulunan müslümanlar şaşkına
dönmüşlerdi. Bu acı haber müminleri heyecan, üzüntü ve paniğe
düşürmüştü. İçlerinden bir grup dağa doğru çekilirken, bir grup Medine yolunu
tutmuş, bazıları da olduğu yerde yığılıp kalmıştı. Bazı münafıklar da bu haberi
istismar ederek şayet “Muhammed gerçek Peygamber olsaydı öldürülmezdi.
Atalarımızın dinine dönsek daha iyi olur” diyecek kadar ileri gitmişlerdi. Kısa
bir süre sonra Hz. Peygamber (a.s.); “Ey Allah’ın kulları bana gelin!”
diye seslenmesi üzerine Müslümanlar sevinmişler ve hemen etrafında toplanarak
onu savunmaya başlamışlardır. Öte yandan bu habere aldanan Kureyş; aldığı
netice ile yetinerek savaş alanını terk etmiştir. Hz. Peygamber bu durumun farkına
varmış ve bunu kendisi ve arkadaşları için bir fırsat olarak değerlendirmiştir.[3]
Halbuki Hz. Muhammed (a.s.) da bir insandır.
Önceki Peygamberler gibi onun da ölümlü olduğu unutulmamalıydı. Ne var ki Hz.
Muhammed (a.s.) daha sonra Medine’de bir müddet hastalandıktan sonra vefat edince onun ölüm haberi yine
büyük bir üzüntüye neden olmuştur. Hatta Hz. Ömer (r.a.); “Kim Muhammed öldü derse
onu öldürürüm” diyerek üzüntü ve heyecanını gizleyememiştir. Fakat soğuk kanlılığını koruyan Hz. Ebu Bekir
; “ Kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki o vefat etmiştir. Kim Allah’a
tapıyorsa bilsin ki O diridir, ölmez” demiş ve daha sonra şu ayeti okuyarak
herkesi sükunete davet etmiştir: وَمَا مُحَمَّدٌ اِلَّا رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ
مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُ اَفَائِنْ مَاتَ اَوْ قُتِلَ انْقَلَبْتُمْ عَلى
اَعْقَابِكُمْ وَمَنْ يَنْقَلِبْ عَلى عَقِبَيْهِ فَلَنْ يَضُرَّ اللّهَ شَيًْا
وَسَيَجْزِى اللّهُ الشَّاكِرينَ “Muhammed, ancak bir
peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya
öldürülürse gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisin geriye
dönerse, Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenleri mükafatlandıracaktır”
(Al-i
İmran; 3/144). Görüldüğü gibi bu vefat olayı
insanlara çok ağır gelmiştir. Ancak bu ayetin işareti üzerine herkes Allah’ın
takdirine rıza göstererek sabır ve tahammül etmiştir. Böylece acıklı da olsa herkes onun ölümünü kabullenmiştir. Hasta olup normal bir ortamda vefat etmek üzere olanlara karşı da;
yakınlarının bazı görevleri vardır. Eğer
bir güçlük yoksa, ölüm döşeğinde yatan kişiyi
kıbleye doğru ve sağ yanı üzerine çevirmek müstehaptır. Samimi dost ve
arkadaşlarından biri uygun bir tarzda
“kelime-i tevhid’i ve tövbeyi”
hatırlatacak şekilde telkinde
bulunmalıdır. Ancak ona “haydi sen de
söyle” diye zorlanmamalıdır. Kendi arzu ve iradesiyle bu cümleyi söyletmeye yardımcı olunmalıdır. Bu hususta
sevgili peygamberimiz (a.s.) şöyle buyurmuşlardır: مَنْ كَانَ آخِرُ ﻛﻼمِهِ َﻻ اِلهَ اَِّﻻ اللّه دَخَلَ الْجَنَّةَ “Kimin son sözü “ﻻ اِلهَ اَِّﻻ اللّه” olursa, o kişi cennete girer.”[4] Son anını yaşayan bu tür hastaların yanında Yasin
veya Ra’d suresini okumak da müstehabtır. Vefat gerçekleşince artık cenaze
yıkanıncaya kadar yanında Kur'ân okunmaz. Fakat dua edilebilir. Başka bir odada veya yerde Kur'ân
okunmasında ise bir sakınca yoktur. Teçhiz, Tekfin ve Defin İşlemleri Ruhun
bedeni terk etmesi haline ölüm denir. Cenaze için yapılması gereken hazırlıklara
"teçhiz", kefenlenmesine "tekfin",
kabre konulmasına da "defin" denir.[5] Buna
göre, ölen bir Müslüman’ı yıkamak, kefenlemek cenaze namazını kılıp dua etmek ve bir kabre gömmek müminler
için farz-ı kifayedir. Bu nedenle ölüm olayı tahakkuk edince, söz konusu işlemleri; en yakınları veya komşu, dost ve arkadaşları
tarafından süratle tamamlanmalıdır. Zira Peygamberimiz (a.s.) da; genel olarak bu tür
işlemlerin bir an önce yerine getirilmesini tavsiye ederek şöyle buyurmuşlardır:
أسرعوا
بالجنازةِ فإنْ تكُ خيراً تقدِّموها إليهِ، وإنْ تكُ شرَّاً تضعوهُ عن رقابِكم “Cenazeyi
defnetmekte acele ediniz. Eğer bu ölü iyi bir kişi ise, onu (bir an evvel kabrindeki)
hayır ve sevabına ulaştırmış olursunuz. Eğer bu cenaze iyi bir kişi değilse, onu
omuzlarınızdan çabuk indirip bırakırsınız.”[6]
Hadiste kastedilen sürat; ölüm kesinleştikten sonra, defin gibi işlemlerinin acele olarak yerine
getirilmesidir. Çünkü cenazenin
ihtiyaçtan fazla ailesinin gözü önünde hapsedilip bekletilmesi doğru değildir.
Nitekim Hz. Peygamber (a.s.) dönemindeki uygulama da bu istikamette olmuştur. O
halde geçerli bir mazeret yoksa, cenaze bir an önce istirahatgâhına tevdi
edilmelidir. Bu durumda akraba, komşu,
arkadaş ve diğer yakınlarının cenaze namazını kılmak için gayret sarf etmeleri
gerekir. Zira Cenazenin taşınmasına yardımcı olmak ve kabristana kadar eşlik
etmek de sünnettir. Sevgili Peygamberimiz
(a.s.) bu hususta şöyle buyurmuşlardır: حَقُّ الْمُسْلِمِ عَلَى الْمُسْلِمِ خَمْسٌ رَدُ
اﻟﺴﻼمِ، وَعِيَادَةُ الْمَرِيضِ، وَاتِّبَاعُ الْجَنَازِةُ، وَإِجَابَةُ
الدَّعْوَةِ، وَتَشْمِيتُ العاطس. "Müslüman’ın
Müslüman üzerindeki hakkı beştir: Selamı almak, hastayı ziyaret etmek, cenaze
ardında gitmek, davete icabet etmek ve aksırana dua etmek yerhamükellâh / Allah
merhamet etsin demek)tir.[7] Ölene
Ağlanır ve Ağıt Yakılır mı? Ölünün başında, cenazenin defninde ve kabir ziyareti esnasında bağırıp çağırmadan,
yaka paça yırtamadan sessizce ağlamak caizdir. Çünkü bu tür bir ağlama
insanlardaki acıma ve merhamet duygusunun dışa yansımasıdır. Buna rağmen Yüce
Allah sabır ve teslimiyet içinde olanları, acı ve musibetlere tahammül edenleri
de övmüştür. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.) oğlu İbrahim vefat edince hüzün ve
teessüründen dolayı göz yaşlarını tutamamıştır. Bu olayı gören sahabî, ا
تبكي ا و لم تكن نهيت عن البكاء “Siz de mi ağlıyorsunuz? Siz
ağlamayı yasaklamamış mıydınız?" diye sorması üzerine Hz. Peygamber (a.s); قال
لا ولكِن نهيتُ عن صوتينِ أحمقين صوتٍ عندَ مُصيبةٍ؛ خمشِ وجوهٍ وشقِ جيوبٍ
ورنَّةِ الشَّيطانِ “Hayır! Ben (insanı isyana sürükleyen ahmakça) iki sesi
yasakladım: Bir musibete uğradığında yüzleri tırmalayıp yaka paça yırtarak
ağlamak şeytanın sesi (yani insanı
günaha götürecek sözleri terennüm etmeyi yasakladım.”[8]
Görüldüğü
gibi sesini yükselterek ağlamak, çirkin söz söylemek, bağırıp çağırmak, ağıt yakmak,
üstünü başını dövmek ve yolmak doğru değildir. Hatta Hz. Peygamber (a.s.), bu
aşırılıklar ve taşkınlıklar nedeniyle cenazenin bile rahatsız olacağını bildirmiştir: "الميِّتُ يعذَّبُ ببكاءِ أهلهِ عليهِ" “ Şüphesiz ölü, arkasından
ailesinin ağlaması yüzünden azap görür.”[9]
Başka bir hadiste de bu tür
davranışlar câhiliyye adeti olarak nitelendirilmiştir.[10] ليس
منا من شق الجيوب و ضرب الحدود و دعا بدعوة الجاهلية “(Bir yakının ölmesi
üzerine) elbisesinin yakalarını yırtan, eli ile kendisen vurup dövünen ve
cahiliyye çağrısı ile feryat eden (ağıt yaka) kimse bizden değildir.”[11]
Bu ve benzer hadislerden de anlaşıldığı gibi
ölü için dövünmek, yaka yırtmak ve çeşitli sözler söyleyerek bağırıp çağırmak açık bir şekilde
yasaklanmıştır. Cenazeyi Alkışlamanın Dini Hükmü Vefat edenin cenaze işlemleri
yerine getirilirken riayet edilecek önemli bir husus da; âhiret alemini düşünmek, ölümü hatırlamak, ondan yeterince
ders ve ibret almaktır. Nitekim Kur'ân’da da açıklandığı gibi insan nerede olursa olsun mutlaka
bir gün ölümle yüz yüze gelecektir: اين ما تكونوا يدركم الموت و
لو كنتم في بروج مشيدة “Nerede olursanız olun,
sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır…”
(
Nisa; 4/78) Cenaze törenlerinde
acı, ızdırap, göz yaşı, hasret, ayrılık ve üzüntü dolu bir yas ve matem atmosferi
oluşmaktadır. Buraya katılan herkes; tam bir sükunet, teslimiyet ve tefekkür
halini yaşamaktadır. Hal böyle iken; bazı cenazelerin; camiye ve kabristana
nakli esnasında alkışlandığı görülmektedir. Halbuki İslam tarihinde ve kültürümüzde cenazenin
alkışla defnedildiği bir döneme rastlanmamıştır. Alkış, daha çok hayatta
olanlara takdir hislerini dile getirmek için yapılır. Geçmişte ve günümüzde
yapılan bir çok toplantı, tören ve protokol hizmetlerinde yapılan alkışlar da bu
amaca yöneliktir. Kur'ân-ı Kerim’de dua, Kabe’yi
tavaf ve namaz kılmak gibi hallerde ıslık ve alkışın bir işaret olarak câhiliyye
devrinde Araplarca kullanıldığı bildirilmektedir. Fakat onların bu davranışları
Kur'ân’ın şu ayetiyle kınanmıştır: وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ عِنْدَ الْبَيْتِ
اِلَّا مُكَاءً وَتَصْدِيَةً فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ “Onların, Kabe’nin yanında duaları,
ıslık çalıp el çırpmaktan ibarettir…” (Enfal; 8/35) Bu ayetle ilgili tefsir
kaynaklarına bakıldığında müşriklerden bazı erkek ve kadınların Ka'bey'i çıplak
olarak tavaf ettikleri anlaşılmaktadır. Ayrıca bunlar; tavaf sırasında el parmaklarını
birbirine kenetleyip ağızlarına götürerek ıslık çalıyor, bir taraftan da
ellerini çırparak alkış tutuyorlardı. Bu da iddialarına göre onların duasıydı.
Islık ve el çırpma olayı dua, ibadet ve hatıra adına yapılmış olsa bile tasvip
görmemiştir. Bu nedenle son yıllarda bazı cenaze törenlerinde bir kısım
insanlar cenazeye alkış tutularak ve
slogan atılarak bunun tabii bir adet
ve teamül haline getirilmesini istenmektedirler. Hangi amaçla yapılırsa yapılsın cenaze törenlerinde alkış tutmak ve slogan atmak
cenazenin defin adabıyla uygun düşmemektedir. Kaldı ki alkış cenazeye olan
saygıyı yok etmektedir. Ağıt yakmak, yüksek sesle ağlayarak ve feryat etmek cenazeyi
nasıl rahatsız ediyorsa alkış ve ıslık gibi hiçbir ilmi temeli olmayan davranışlar
da onun ruhunu rahatsız edecektir. Cenaze Merasimlerinde Görülen
Bidat ve Hurafeler Günümüz
cenaze törenlerinde, bazı ölülerin dostları, yakınları veya çalıştıkları kurumları
camii avlularına ve kabristanlara çelenkler göndermektedirler. Halbuki sosyal hayatımızın
her alanında olduğu gibi cenaze törenlerinde da israf ve aşırı harcamalar doğru
değildir. Sadelik ve sükunet esastır. Bu nedenle israf ve şekil açısından
cenaze törenleri için çelenk yapmak ve
taşımak da cenaze merasim adabına uygun düşmemektedir. Ancak genel olarak kabristanda ağaç dikmek ve yeşilliği korumak özellikle
kabristanların iç ve dış çevresini ağaçlandırmak tavsiye edilmiştir. Kur'ân-ı Kerimde de
işaret edildiği gibi ağaç, bitki ve diğer yeşilliklerin tamamı kendilerine mahsus halleriyle Allah’ı anmaktadırlar: تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ
وَمَنْ فيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه وَلكِنْ لَا
تَفْقَهُونَ تَسْبيحَهُمْ اِنَّهُ كَانَ حَليمًا غَفُورًا “Yedi gök, yer ve bunların
içinde bulunanlar Allah’ı tespih ederler. Her şey onu hamd ile tespih eder. Ancak siz
onların tespihini anlamazsınız. O, halîm’dir (hemen cezalandırmaz, mühlet
verir), çok bağışlayandır.” ( İsra; 17/44) Bu
durumda kabristana dikilen ağaç, canlı kaldıkça onun tespih ve zikrinden kabir sahibi faydalanacaktır.
Sahabeden İbn Abbâs anlatıyor: مر
النبي على قبرين Hz
peygamber (a.s.) iki kabre uğradı ve فقال انهما ليعذبان و ما يعذبان في كبير
"Bu
kabirdeki insanlar muhakkak azap
ediliyorlar. Azap edilmeleri de büyük bir işten dolayı değildir" dedi
ve gerekçesini şöyle bildirdi: ثم قال بلى اما احدهما فكان يسعى
بالنميمة و اما الاخر فكان لا يستتر من بوله. "Evete
bunlardan biri koğuculuk yapardı, diğeri ise idrardan sakınmazdı” قال ثم اخذ عودا رطبا فكسره باثنتين ثم
غرز كل واحد منهما على قبر Sonra
Peygamber (a.s.) taze bir hurma dalı
aldı ve bunu ikiye böldü. Her birini bir kabir üzerine dikti ve, ثم قال لعله يخفف عنهما مالم ييبسا “Bu
dallar korumayıp taze kaldığı müddetçe, bu iki kabir sahibinden azabın hafifletilir”[12] buyurdu.
Böylece kabirlere ağaç dikmenin önemi, bizzat Hz. Peygamber tarafından teyit
edilmiştir. Cenazenin manevi hatırasına katkıda bulunmak isteyenlerin; çelenk
yerine, muhtaçlara, eğitim ve öğretim
kurumlarına aynî veya nakdî yardımda bulunmaları daha uygundur. Ölenlerin Arkasından Kur'ân
Okumak Ölülerin ruhları için her zaman Kur'ân okunup hasıl olan sevap onların ruhlarına bağışlanabilir.
Ancak cenazenin defni sırasında veya sonraları para karşılığında Kur’ân ve mevlit
okutmak veya ziyafet vermek doğru değildir. Ayrıca; ölenin yedinci, kırkıncı ve elli ikinci gecesi gibi belli gün ve gecelerinde okunan hatim
ve mevlit merasimleri hakkında da Kur'ân ve sünnete dayalı bir bilgi veya
tavsiye yoktur. Kabrin
yanında namaz kılmak, üzerine kubbe yapmak, mescit inşa etmek, mum yakmak ve
bez bağlamak da geçmiş bazı din, örf,
adet ve kültürlerin kalıntısı olan bidatlerdir.
Kabir
Ziyareti Kabir
ziyareti; tarihin her döneminde insanın ilgi, merak ve heyecanına
neden olmuştur. Kabirlere mezar
denmesinin bir sebebi de budur. Çünkü mezar ziyaret edilen yer anlamına gelmektedir. Bu yüzden günümüzde; "mezarı
ziyaret" ifadesi, "kabri ziyaret" ifadesinden daha yaygın olarak
kullanılmaktadır. Başlangıçta iyi niyetle yapılan kabir ziyaretleri zamanla
ifrat çizgisini aşarak bid’at, hurafe ve batıl inançlara neden olmuştur. Bu sebeple
bazı dönemlerde ve bölgelerde mezarlıklar bir umut kapısı haline gelmiştir.
Başları darda kalan, hastalıklarına deva arayan bazı kimseler mezarlıklara
koşmuştur. İslam’ın doğuşu sırasında Arabistan’daki müşrikler bile ölülerden medet bekliyorlardı.
İnsanlara “tek Allah inancı"nı getiren
İslamiyet; şirk, küfür, batıl inanç ve benzeri davranışların canlanmasına yol
açabilecek hareketleri yasaklamıştır. Kabir ziyareti de bunlardan biridir.
Nitekim Hz Peygamber (a.s.) İslam’ın itikâdî prensipleri; Müslümanlar
tarafından iyice anlaşılıp gönüllere yerleşinceye kadar kabir ziyareti
konusunda dikkatli ve temkinli davranılmasını
istemişlerdir. Ancak iman prensipleri kalplere yerleşip, yanlış inançlara sapma
ve kabirlere tapınma endişesi ortadan kalkınca; kabir ziyaretine izin verilmiştir. Şu hadisi şerif de bu hususu açıklamaktadır: كُنْتُ نَهَيْتُكُمْ عَنْ زِيَارَةِ الْقُبُورِ
فَزُورُوهَا. فإنَّهَا تُذَكِّرُكُمُ ﺍﻵخِرَةَ
“Size
kabir ziyaretini yasaklamıştım, (şimdi buna izin veriyorum.) Onları
ziyaret ediniz.
Çünkü bu ziyaret size âhireti hatırlatır.”[13] Peygamberimiz
(a.s.); hadislerinde kabir ziyaretinin amacını bildirmektedir. Bu da ölümü ve âhiret
hayatını hatırlamaktır. Kamil Miras kabir ziyareti konusunda
şöyle demektedir: “Kabir ziyaretine mutlak anlamda ruhsat verilmiştir.
Ziyaretçinin kadın veya erkek olması, ziyaret edilen kabrin Müslim veya gayri Müslim’e
ait bulunmasının arasında bir fark yoktur. Zira kabir ziyaretindeki ruhsat
umumîdir. Nitekim kabir ziyaretinde ki yasak ta vaktiyle umumiydi. Sonra bu yasak
kaldırılarak herkese mubah kılındı.
Böylece erkekler için de kadınlar için de caiz oldu. Kadınların kabir ziyaretini
yapabileceklerini destekleyen İslam bilginleri Hz. Aişe validemizin kardeşi Abdurrahman
bin Ebi Bekr’in kabrini ziyaret etmesini
örnek göstermişlerdir. İbn Ebi Müleyke anlatıyor. Hz. Aişe kabristandan
geliyordu, kendisine, -Ey müminlerin annesi nereden
geliyorsun diye sordum. Aişe, -Kardeşim Abdurrahman'ın kabrini ziyaret
ettim, oradan geliyorum, dedi. -Ben ona, Allah'ın Elçisi kabirleri
ziyaretten men etmedi mi? dedim. Hz. Aişe, -Evet vaktiyle yasaklamıştı, fakat
sonra ziyaret edilmesini emretti, dedi. Hz Aişe’nin bu açıklaması ile diğer hadislerin
rivayetleri dikkate alındığında; kabir ziyaretinin
mubah olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu ziyaretin erkek ve kadınlar tarafından karışık olarak yapılması halinde fesatlığa sebep
olma ihtimali varsa genç kadınların katılması
uygun görülmemiştir. Yalnız kadınlara
ait olan ziyaretlerde ise; genç ve yaşlı şeklinde bir ayırıma gerek yoktur.”[14] Kabir
ziyareti yapanlar ölüleri şöyle selamlamaları ve dua etmeleri tavsiye
edilmiştir: اﻟﺴﻼمُ عَلَيْكُمْ دَارَ قَوْمِ مُؤْمِنِينَ وَإنَّا
اِنْشَاءَ اللّهُ بِكُمْ َﻻحِقُونَ “Ey müminler topluluğu! Allah'ın selamı üzerinize
olsun. İnşallah biz de yakında size
katılacağız.”[15] Sünnet
olan kabirleri ayakta ziyaret etmek ve yine ayakta dua etmektir. Ölenin Vasiyeti İnsan
hayatta olduğu müddetçe malını dilediği
gibi tasarruf etme hakkına sahiptir. Sağlığında arzu etmesine rağmen yerine getiremediği bazı işlerini, vasiyet ederek
yerine getirilmesini isteyebilir. Bu
arzu ve istek bazen hastalık halinde
akla gelir, bazen de hastalığının uzaması nedeniyle mala muhtaç olma ihtimalini düşünerek ölümünden sonra da yerine getirilmesini isteyebilir. Kişi ölümden sonra geçerli olmak üzere iyilik
ve hayır amacıyla vasiyet yapabilir. Nitekim Kur'ân
da; ölüm anı yaklaştığında eğer kişi geriye bir mal-mülk bırakmak istiyorsa meşru
bir tarzda vasiyette bulunmasını önermiştir.[16] Sevgili peygamberimiz (a.s.) da
imkanı olanlar için vasiyetlerini yerine getirmelerini tavsiye etmiştir: مَاحَقُّ امْرِئٍ مُسْلِمٍ لَهُ شَىْءٌ يُوصِي فِيهِ أنْ
يَبِيتَ لَيْلَتَيْنِ إَّﻻ وَوَصِيَّتُهُ مَكْتُوبَةٌ عِنْدَهُ “Vasiyet
edecek bir şeyi bulunan Müslüman bir kimseye, vasiyeti başı ucunda yazılı
olarak bulunmaksızın iki gün daha geçirmesi doğru değildir”[17] Vasiyetin
edilen malın, kişinin ölümünden sonra tartışmaya ve kavgaya sebep olmaması
gerekir. Vasiyetin yazılı ve resmi olması, vasiyetin varislere zarar verecek
şekilde düzenlenmemesi ve malının üçte birini geçirmemesi gerekir. Sahabeden
Sa’d bin Ebi Vakkâs anlatıyor: Hastalığım nedeniyle Hz. Peygamber, ziyaretime
geldi, kendisine; قلت يا رسول الله اوصي بمالي كله "Ey
Allah'ın Elçisi! Malımın tamamını sadaka olarak verilmek üzere vasiyette bulunabilir
miyim? dedim, Hz. Peygamber, قال لا "Hayır" dedi. قلت فالشطر "Yarısını vasiyet edebilir miyim"
dedim, Hz. Peygamber, قال
لا "Hayır"
dedi. قلت الثلث "Üçte birini vasiyet edebilir
miyim" dedim. قال فالثلث الثلث كثير انك ان تدع و
رثتك اغنياء خير من ان تدعهم عالة يتكففون الناس في ايديهم "Üçte
biri mi? Üçte biri de çok. Varislerini zengin olarak geride bırakman,
halka el açan fakirler olarak bırakmandan daha iyidir."[18] Öleni Hayırla anmak İslam insana; hayatta olduğu gibi, vefatından sonra da büyük değer
vermiştir. Bu nedenle ölen kimsenin kötülüklerini, ayıplarını, suçlarını
araştırmak ve hakkında dedikodu yapmak, sağlığındaki davranışlarına bakarak
kınamak ve hakkında kötü sözler doğru değildir. O, artık ameliyle baş başa
kalmıştır. Peygamber (a.s.), ﻻَ تسُبُّوا اﻷمْوَاتَ فإنَّهُمْ قَدْ أفْضَوْا الى مَا
قَدّمُوا “Sizler ölülere
sövmeyiniz. Çünkü onlar önden göndermiş oldukları amellerinin karşılıklarına
ulaşmışlardır”[19]
buyurmuştur. Hadiste geçen "sövmekten
maksat", ölüyü çekiştirmek,
kötülüklerini sayıp dökmek ve onun hayırsız bir kimse olduğunu söylemektir. Kimse hatasız ve günahsız değildir. İnsan, öldükten
sonra amelinin karşılığını görecektir. Bize düşen ölenleri iyi ve güzel hasletleriyle anmaktır. Sevgili
Peygamberimiz (a.s.) bu hususta şöyle buyurmuşlardır: اذْكُروُا محَاسِنَ مَوْتَاكُمْ، وَكُفُّوا عَنْ
مَسَاوِيهِمْ. “Ölülerinizin iyiliklerini
anın ve kötülüklerini zikretmekten vazgeçin.”[20]
İnsan sağlığında yaptığı
ibadet, iyilik ve hayırların karşılığını öldükten sonra göreceği gibi, geride kalan yakınlarının yapacakları
duadan, hayır ve hasenatın da yararını
görecektir. Peygamberimiz (a.s.)'ın şu hadisi bu gerçeği
ifade etmektedir: إذَا مَاتَ اﻹنْسَانُ انْقَطَعَ عَمَلُهُ إَّﻻ مِنْ ﺛﻼﺛﺔ صَدَقَةٍ جَارِيَةٍ أوْ عِلْمٍ يُنْتَفَعُ بِهِ أوْ وَلَدٍ صَالِحٍ يَدْعُو
لَهُ “İnsan öldüğü zaman ameli
sona erer. Ancak üç sınıf insanın; sadaka-i cariye, kendisinden istifade edilen
bir ilim ve kendisine hayır dua eden sâlih bir evlat bırakan kimseni ölümünden
sonra da amel defterine sevap yazılır.”[21] Bir sahabî; أنّ
رَﺟﻼ
قال يَا رسُولَ اللّهِ: هَلْ بَقِىَ مِنْ برِّ أبَوَىَّ شَئٌ أبَرُّهُمَا بهِ
بَعْدَ موتِهِمَا " Ey Allah'ın
Resûlü, anne ve babamın vefatlarından sonra da onlara iyilik yapma imkânı var
mı, ne ile onlara iyilik yapabilirim?" diye sormuş Peygamberiz (a.s.); فقال نعم: اﻟﺼﻼةُ عليهمَا، واسْتغفَارُ
لهُمَا، وإنْفَاذُ عَهْدِهمَا من بعْدِهِمَا، وصِلَةُ الرَّحمِ التى توصلُ إّﻻ بِهِمَا، وَإكْرامُ صَدِيقِهمَا. "Evet vardır. Onlara dua,
onlar için Allah'tan istiğfar (günahlarının affedilmesini) talep etmek,
onlardan sonra vasiyetlerini yerine getirmek, anne ve babasının akrabalarına karşı
sıla-i rahmi ifa etmek, anne ve babanın dostlarına ikramda bulunmak" buyurmuştur..[22] Ölen insanın yakın ve uzak çevresine borçları varsa varisleri
tarafından ödenmelidir. Peygamberimiz (a.s.) cenaze namazlarını kıldırmadan
önce varislerine ölenin borcunun olup olmadığını sorardı. Şayet borcu olan
varsa yakınlarına ödemelerini emreder, ondan sonra namazlarını kıldırırdı. Gerekçesini
de şöyle izah etmiştir: إنَّ صَاحِبَ الدَّيْنِ مُرْتَهَنٌ في قَبْرِهِ حَتّى
يُقْضى دَيْنُهُ عَنْهُ “Müminlerin ruhu, borcu
ödeninceye kadar, borcu yüzünden bağlıdır.”[23]
Taziyede Bulunmak Hem ölen insana hem de geride
kalan ayakınlarına karşı yerine getirilmesi
gereken bir görev de taziyedir. Taziye
ölünün yakınlarına, “Allah rahmet etsin! Başınız sağ olsun! Allah geride
kalanlara ömür versin” gibi sözlerle sabır dilemek, rahatlatıcı ve teselli
edici sözler söyleyerek, acı ve üzüntülerini paylaşmaktır. Taziye vesilesiyle ölene dua edilir ve Kur'ân okuyup sevabı bağışlanır.
Taziye süresi genel olarak aynı yerde yaşayanlar için üç gündür. Bu süre içinde
yapılması daha uygun olur. Böylece ölenin yakınlarının daha erken acılarını
unutup normal hayata döndürülmeleri sağlanmış olur. Ancak uzakta oturanlar veya
geç haber alanların daha sonra da taziyede bulunmaları mümkündür. SONUÇ Her
canlı gibi insan da bir gün ölecektir. Ancak ölüm yok olmak değil yeni bir
doğum, yeni bir hayatın başlangıcıdır. Kabir hayatı. İnsan bu hayatı iman ve
ibadetiyle cennet bahçesi yapabilir. Müslümanların
sağlıklarında birbirlerine karşı görevleri bulunduğu gibi ölüm sonrasında da
görevleri vardır. Ölenin müslümanın teçhiz ve tekfin işlerini yapmak, cenaze
namazını kılmak, arkasından hayır dua etmek, geride kalanlara baş sağlığı
dilemek, bu görevlerin başında gelir. Yakınları ölensin vasiyetini yerine
getirmelidirler. Ölen insanlar hayır ile yad edilmeli, ölümden ibret alınmalı,
ölümü hatırlamak için kabirler ziyaret edilmelidir. Ölenin arkasından bağırıp
çağırarak, yaka paça yırtarak ağlamak, cenazede alkış tutmak İslam'a uymayan davranışlardır. [1] Bu bölüm Diyanet İşleri Başkanı Yardımcısı Doç.
Dr. Fikret KARAMAN tarafından hazırlanmıştır. [2] Müslim; Cenaiz; 3, 4. I, 632. [3] Ateş Süleyman; Yüce Kur'ân’ın Çağdaş Tefsiri;
II, 117. Yeni Ufuklar neşriyat, İstanbul, 1988. [4] Ebu Davud; Cenaiz, 20. III, 48. [5] Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi, VII,.353. [6] Tirmizi; Cenaiz, 30. III, 335. [7] Müslim, Selam 3. II, 1704. Ebu
Dâvud, Edeb 98. V, 288. Tirmizî, Edeb 44. V, 80. [8] Tirmizi; Cenaiz, 25. III, 328. [9] Müslim Cenaiz, 9. II, 638. [10] Tirmizi; Cenaiz, 23. III, 325. [11] Tirmizî, Cenâiz, 22.
III, 324. [12] Buhari; Cenaiz, 89. II, 103. [13] Ebu Davud, Cenaiz 81. III, 558. Müslim, Cenaiz 106. I, 672. Tirmizî, Cenaiz 60. III, 380. [14]Miras, Kâmil Sahih-i Buhari Tecridi Sarih Tercemesi
ve Şerhi, IV, .373. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1980. [15] Müslim; Cenaiz, 35, I, 669. Ebu
Davud, Cenaiz 83. III, 559. Tirmizî, Cenaiz 59. III, 369. [16] Bakara; 2/180; Maide; 5/106. [17] Buharî, Vesaya 1. III, 186. Müslim,
Vasiyyet 4. II, 1250. [18] Buhari, Vesaya, 2. III, 186. [19] Buharî, Cenâiz 97, II, 108. Rikâk 42. VII, 193. [20] Ebu Dâvud, Edeb 50. V, 207. Tirmizî, Cenâiz 34. III, 339. [21] Müslim, Vasıyyet 14. II, 1255. Ebu
Davud, Vesaya 14. III, 300. [22]Ebu Dâvud, Edeb 129. V, 352. İbnu Mâce, Edeb 2. II,
1209. [23] Tirmizi; Cenaiz; 76. III, 389.
|
5321 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |